27 Ağustos 2009 Perşembe

Yarın hayatınızda...

Uzun zamandır ara vermiş olduğum "yarın hayatınızda" serisine devam...


Facebook olmasa...

İlkokul arkadaşlarını birbirleriyle buluşturabilen bu sosyal ağ, bir türlü düzgün gelir modeli oluşturamadığından, hızlı büyümesinin getirdiği maliyetlerden ve kullanıcı deneyimlerini umursamadan sitede yaptığı değişikliklerle ötürü popülaritesini yitirerek kullanıcı kaybetse... Tüm dünyada milyonlarca kullanıcısının hesap bilgilerini yarın itibariyle sileceğini ve hizmet dışı kalacağını duyursa...

Fenomen haline gelmiş bu sosyal ağ sitesini özler misiniz? Yoksa umrunuzda olmaz mı?

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Eğlence endüstrisi ve iletişim

Daha önce eğlence endüstrisinde fark yaratmak ve ekrandaki yapıtlar üzerine fikirlerimi belirtmiştim.

Son zamanlarda kitabevlerine uğradıysanız ya da yabancı dizi/film trendlerini takip ediyorsanız, özellikle revaçta olan konunun vampir hikayeleri olduğunu gözlemlemiş olabilirsiniz.

Vampir kelimesi aklımızda zaten kan emerek beslenen, gün ışığından kaçınan, gümüş bir kurşunla ya da kalbine girecek ahşap bir kazıkla öldürülebilen, besin zincirinin en üstünün yeni hakimi olan sivri dişli yırtıcılar olarak yer etmiş durumdalar.

Bu tanım doğrultusunda bir hayat tarzı oluşturmak için, geriye yalnızca bu yaşamları günümüze uyarlamak kalıyor.

Bugünkü tanımıyla 200 yıllık bir mit olmasına rağmen, vampir miti halen canlı ve uzunca bir süre de sürdürülebilir bir konu. Şu an en revaçta olan iki örnekten biri, yeni ergen ve ergenlere hedef kitlesi olan Twilight, diğeri ise hedef kitlesi yetişkinler olan True Blood.

Dünyada da bir trend olmakla birlikte, bizim üretkenliğimiz de şu sıralar TV yapımları üzerinde yoğunlaşıyor. Ben de hem severek takip ettiğim, hem de tek mecrayla sınırlı kalmayarak, bir çok pazarlama iletişimi aracını etkin biçimde kullanabildiklerinden ötürü güzel bir vaka olan True Blood'ın iletişim çalışmalarından biraz bahsedeceğim. Detaylı bir lansman anlatımından ziyade, bir TV dizisi için yapılan lansmanın bir çok mecraya nasıl zekice uyarlandığının altını çizmek istiyorum...

Dizinin ilk 10 dakikasında Japon'ların, sentetik kan icat ederek vampirlerin avlanma ve kan içme ihtiyacının önüne geçecek "Tru Blood" ürününü keşfetmesi ve içecek olarak piyasaya sürmeleri, böylece, insanlara varlıklarını açıklayarak onlarla birlikte yaşamaya başlayan vampirlerin artık kan içmek zorunda olmadıkları vurgulanıyor.

Bütün bunların öncesinde ise dizinin lansman çalışmalarında Tru Blood, insanları "tease" etmek için kullanılan ve merak uyandıran bir öğe niteliğinde. Üstelik, TV dışında basın, outdoor ve web'i de etkin biçimde kullanarak bütünleşik bir yaklaşım sergileniyor;

Otobüs duraklarında ve market girişlerine yerleştirilen "Tru Blood" ilanları;

Dergi reklamı,

Gerilla outdoor uygulamaları,

Web sitesi,

Kıvılcımı başlatan öğeler arasındaydı.

Dizi yayına girdikten sonra tutuldu ve salgın büyüdü, bilinirlik arttıkça iletişimde daha farklı, daha sofistike, dizi izleyicilerine özel bir faza geçildi.


Bir örnek; dizi içerisinde kurgusal bir oluşum olan ve vampir hakları için mücadele veren American Vampire League propoganda posterleri bir süre bu şekilde sergilendi.


Bir süreden sonra ise outdoor çalışmalar, dizide olduğu gibi vampir düşmanlarının vandallıklarına uğramış gibi gösterildi ve dizi içerisindeki vampir-insan çatışması farklı bir mecrada anlatıldı.



Bunların yanı sıra web'de, dizi içerisindeki her oluşum için mikrositeler, sosyal ağlarda ise fanpage'ler kuruldu ve tamamen kurgusal olan bu karşılıklı antipati, izleyiciler arasında körüklendi.

Dizinin ana konusu ise kısaca, bir insan ve vampirin yaşadıkları aşk...
Bu da unutulmamış ve Lovebitten adında insan-vampir çöpçatanlık sitesi oluşturulmuş. Bu vesileyle üye olan kişilerin dataları toplanmış.

Türkiye'de ve başka bir çok ülkede, bir TV dizisinin tanıtımı için yalnızca TV fragmanları döndürülür ve ortak yayın grubunun basılı mecralarında yayınlanacağı haberi yer alır.

Eğlence sektörünün lokomotifi ABD'deki diziler ve lansmanlarındaki mecra çeşitliliği ise heyecan verici boyutta.
Kurguyu hayatın içine entegre ederek bir alt kültür yaratmak için verilen bu çaba ve gösterilen bütünleşik yaklaşım, belki de başarılı olarak sahiplenilen yapımların sırrı olabilir.

Eğlencenin dozunu artırmak için bir mecra, asla yetmiyor...

13 Ağustos 2009 Perşembe

Şirketler için (İK temelli) itibar yönetimi 2.0

Profesyonel kimliği web'de öne çıkarmanın sakıncalarından ve zaman içerisinde kişisel marka'ya nasıl zarar verebileceğinden bahsetmiştik.
Bu sefer de profesyonel kimliği web'de ön plana çıkarmanın şirkete nasıl zarar verdiğinden bahsedelim.


İçinde bulunduğumuz ve Sosyal Medya kullanımının early majority seviyesine girmeye başladığı bugünlerde, gazetelerin İK eklerinde blog yazmanın kariyer basamağını daha kolay ve erken tırmanmak için bir yol olduğunun altı çiziliyor.
Bu da yeni mezunların değil ama, hali hazırda bir şirkette çalışan insanların kendilerini bir şekilde gösterme çabası haline gelebiliyor.

Bu çabalar marka için, kişinin mizacına göre, olumlu da olumsuz da sonuç verebilir.
Benim gördüğüm örnekler ise ağırlıklı olarak olumsuz yönde.

İtibar Yönetimi 2.0
Siz ya da bağlı olduğunuz kurumunuz halen sosyal medya içerisinde yer almıyor olabilirsiniz. Yine de bu, tehdit altında olmadığınızın göstergesi değildir.

Eğer sosyal medya içerisinde profesyonel kimliğini her fırsatta öne çıkaran ve paylaşımlarını bu eksende yapan bir çalışanınız varsa, kendisinin sosyal medya içerisindeki olumsuz tutumları şirketinize orta ve uzun vadede negatif algı yaratabilir (olumlu tavır için de vice-versa).

Hangi davranışlar?
  • Şirket içerisindeki pozisyonunu öne çıkaran kişilerin yanlış kelime seçimleri,
  • Bu kimlik içerisinde insanlarla tartışmalara girmeleri,
  • Karşılıklı saygı kurallarını hiçe saymaları,
  • Argo konuşmaları,
  • Toplum genelinde kabul görmeyen ya da hoş karşılanmayan tutumlar sergilemeleri

eninde sonunda şirkete zarar verecektir.

Şirketler personellerine, kendilerini dışarıda nasıl temsil etmeleri gerektiğini tembihliyorlarsa, profesyonel kimliğini web'de öne çıkaran kimselere de aynı modeli uygulamaları itibar yönetimi açısından önemlidir.

Sınırları kim belirleyecek?
İK departmanı işe giriş esnasında önümüze, sosyal medya kurallarını okuyup anladığımızı, kurallara uyacağımızı, uymadığımızda iş akdimizin feshedileceğini taahhüt ettiğimizi içeren bir form daha mı koyacak?
Yoksa kurumsal iletişim departmanı, gazetecilerle gerçekleştirdikleri yuvarlak masa toplantılarını ve etkinliklerini bırakıp bize sosyal medya adabı konusunda eğitimler mi verecek?
Bugün içinde bulunduğumuz şirket yapıları itibariyle bu soruların cevaplarını vermek güç. Henüz sosyal medya farkındalığı çok az olan kitlelerin bu konuyla ilgili organizasyon içerisindeki yapılarını değiştirmeyi beklemek ütopik olur.

Bu topraklar halen bakir sayılır. Dolayısıyla kendi sınırınızı kendiniz çizeceksiniz. Önce kendiniz, sonra şirketiniz için.

Çalışanlarımız sosyal medya içerisinde, ne yapmalı?
Tuğçe Esener, geçtiğimiz günlerde Şirket personeli için Sosyal Medya kullanım kuralları adlı bir yazının çevirisini yaparak paylaşmıştı. Okumanızı öneriyorum.
Yazının içinde şirketinizi, etkileşimli mecralarda kendi çalışanlarınızdan koruyacak bir çok madde görebilirsiniz.

Henüz emsallerine Türkiye'de rastlamadık, ancak blog yazmanın ve sosyal medya içerisinde bulunmanın bir farklılaşma mecrası haline geldiği bugünlerin hemen ardından şirketlerde de, ufak çapta bile olsa, çalışanlardan kaynaklı sosyal medya krizleri ortaya çıkacaktır.

Şimdiden önleminizi alıp sınırlarınızı belirlemek, ya da (her zaman yaptığımız gibi) "günü gelince bakarız" demek de sizin elinizde.

6 Ağustos 2009 Perşembe

3G lansmanını siz yapıyor olsaydınız...

Operatörler 3G diye ortalığı yıkıp geçiyor. Bu iletişim bombardımanında 3G'den uzak kalabilmek imkansız.
Çok nadiren televizyon izlerim. Bu haftasonu da o nadir anlardan birinde, bir reklam kuşağında 3 dakika içerisinde 6 frekans 3G reklamı izlemiş bulundum.

Bu kadar yoğun yayın yapılmasına rağmen naçiz görüşüm, Türkiye'deki telefon operatörlerin yolunu şaşırmış olduğu...

Haksız da sayılmazlar, zira 3G aslında bir çok mobil teknolojinin kullanım alanını genişleteceği gibi, web 3.0 teknolojilerinin de kapısını aralayacak.
Dolayısıyla bu yenilik big bang'inde nereye yoğunlaşacaklarını bilemediler ve 3G'yi insanlara en kolay yolla anlatabilecekleri yenilik olan görüntülü konuşma üzerinden anlatmak istediler.

Haber bültenleri ve advertorial çalışmalarda sürekli olarak gördüğüm 3G vaadi (USP - unique selling proposition), görüntülü konuşma üzerine oldu. Oysa yapılan araştırmalarda görüntülü konuşma yapmak isteyenlerin oranı yüzde 21,77 olarak saptanmış. Yüzde 35,11'lik bir kesim fiyata göre deneyeceğini belirtmişken, görüntülü konuşma yapmayı düşünmeyenlerin oranı ise yüzde 38,60.

Bu da aslında 3G teknolojisinin temel kullanım alanının görüntülü konuşma üzerine olmadığının göstergesi.

Peki 3G'nin vaadi neden görüntülü konuşma oldu?
Mobil internet teknolojilerini kullanan kişiler, 3G'nin ne anlama geldiğini zaten biliyor ve kullanıma açıldığından beri kullanıyorlar.
Bilmeyen kesim buzdağı'nın görünmeyen, mobil internet teknolojilerini daha önce hiç kullanmamış ya da çok az kullanmış olan kısmı.
Ve bu kısma 3G teknolojisini anlatmak, bu bütçelerle bile zor olabilir.

Sizin elinizde 3G lansman fırsatı olsaydı,
Türk insanına 3G teknolojisini görüntülü konuşma yerine nasıl anlatmayı tercih ederdiniz?