9 Ekim 2008 Perşembe

Değişim ve liderlik

Değişimi bir çok şirket arzular.

Eğer ortada çok niş ve doymuş bir pazar, çok spesifik ve ayrıştırıcı bir ürün/hizmet yoksa, teknenizin denizdeki değişim dalgalarına karşı hazır durması gerekir.

Özgür MADO nasıl Lovemark olur? yazısının altına yaptığı yorumda demiş ki; "markalar bunca büyük yatırımlara rağmen ilk adımı atmak yerine bekle-gör-gerekiyorsa düzelt* politikası ile hareket ediyor ".


Değişimi arzulayan şirketleri iki sınıfa ayırabiliriz;

1-Değişimi isteyen, fakat bunun için hiç bir çaba sarfetmeyip herşeyin kendi kendine olmasını bekleyenler.
2-Değişimi isteyen ve bunun için çaba sarfedenler.

Ancak, çaba sarfetmek tek başına yeterli olmuyor. Bu çabanın örgüt içinde benimsenmesi önemli.
İkinci grubun çoğunluğu, tam da Özgür'ün sözünü ettiği davranışsal soruna sahip; reaktif davranma.

Değişimin yaratacağı yan etkileri düşünmeden harekete geçildiğinde gösterilen davranış biçimi.

Bu konuda en sevdiğim (ve en güncel) örneklerden biri
Polis Teşkilatı'nın imajını değiştirme çabası içerisine girdiği dönemin 1 Mayıs olaylarına denk gelmesiyle PR konusunda yaşadığı hezimettir.

Kurumun durmak istediği yer ve insanların zihninde durdukları yer birbirinden ne kadar uzak olursa, değişimin yükü de o denli ağır oluyor.

Burada yükü taşıyacak kişiler, kurumu temsil eden insanlar (çalışan demiyorum, kurum ile ilişkisi olan herkes) oluyor. Değişimin bireylerden başladığına inanıyorsanız, bunun biraz da kişisel gelişim isteği ile ilgisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Peki burada pazarlama iletişimi yöneticilerinin rolü ne olmalı?
Altlarındaki insanlara sıkı bir eğitim sunmak yerine, gerçek bir lider gibi davranarak, bu yükü taşırken onlara destek olmak.

"Bu ülkede pıtırcık misali her yerde "lider" bitmesine rağmen bu çöküşler niye?" diye soranları, lider tanımını bir kez daha sorgulamaya davet ediyorum.

*Bekle-Gör-Düzelt mantığına sahip olmamız yalnız şirketlerin sorunu değil, eğitim sisteminin birey bazında bize bıraktığı bir davranış sorunu olduğunu düşünüyorum (benim saptamalarım haricinde, aynı zamanda bir akademisyen olan
Uğur Özmen'in bu konuyu benden daha iyi işleyebileceğine inandığımdan konuyu kendisine bırakıyorum).