31 Ocak 2008 Perşembe

Yarın hayatınızda...

CNBC-e olmasa...
Kanal bütün faaliyetlerine kalıcı olarak son verse, ekonomi servisini, orijinal dilinde yayınladığı dizilerini ve Avrupa sineması filmlerini izleyemeyecek olsanız...
Muadili olmayan bu kanalı özler misiniz? Yoksa umrunuzda olmaz mı?

28 Ocak 2008 Pazartesi

Günaydın

Nike "Yaradan" kampanyasını geri çekmeye karar verdi, ancak testiyi kırdı bir kere. Haberin tamamı burada.

Yaratıcı fikrin şirket amaçlarının çok dışında tartışmalara yol açtığını üzülerek bildirmiş Nike yetkilileri.

Bunun böyle bir sonuç doğuracağını koskoca kurumda kimse göremedi mi?

Belki yeni bir yapılanmanın vakti gelmiş de geçiyordur...

25 Ocak 2008 Cuma

Nike ve saçmalama stratejileri

Bu, aslında bir firmanın ne denli saçmalayabileceğinin göstergesi. Orijinali "Yes to shaking what your mama gave you" olan bir sloganı Türkçe'ye çevirirken bu denli saçmalanabilir çünkü.


Bu saçmalama kültürü Nike'de oldukça popüler olsa gerek, zira kendi logolarını Arap alfabesine göre revize etmişler ve Orta Doğu'da kullanmışlardı. Hesap ederek ya da etmeyerek, "Allah" yazılışına benzer bir logo da tepki toplamış, binlerce ayakkabı toplatılmıştı. İkinci görsel, esprili bir şekilde durumu özetlediğinden konuyu dağıtmamak için fazla bir şey yazmıyorum.


Böyle bir saçmalamanın üzerine, Türkiye gibi bir ülkeye, hem de dengeler bugün bu kadar hassasken, böyle bir üslupla dokunmanın anlamı nedir?

"Annenin verdikleri" çok mu çirkin, ya da onların tabiriyle daha mı "ofansif" olur?

Enteresan biçimde düşünmedikleri bir nokta var, o da Nike satın alan kitlenin "yaradan" sıfatını duymaktan ve alt anlamlarından pek hoşnut olmayacakları.

Burada ciddi bir yanlış var. Stratejide ya da iletişimde, veya her ikisinde birden. Yok, Nike yetkilileri "Türkiye'de muhafazakar kesim yükselişte, biz en iyisi yüzümüzü onlara dönelim" derlerse bütün kreasyonu da elden geçirmeleri lazım. Daha kapalı ve bol kesimler gibi... Ya da "mesajımızı değiştirmeliyiz" derler -ki Nike gibi bir firma için aklı selim çözüm yolu bu gibi duruyor.

Zira bahsettikleri eylemi yaptıracakları kimseler, "yaradan" aşkından dolayı "çalkalama" olayına, hem de bu kreasyonla, asla girmeyeceklerdir.

23 Ocak 2008 Çarşamba

Selpak Sensitive


Çok küçük bir fikirden,
çok büyük bir buluş olabilecek ürün.

Bu mevsimde nezle olan herkesin burnu silinmekten tahriş olur. Sonrasında buruna sürülen kremlerle idare edilir, silinir, tekrar krem sürülür ve iyileşene kadar böyle sürer.

Sorun; Nezle sırasında burun silmeden oluşan tahriş.
Hedef; Nezleye-Gribe yakalanmış, burnunu sık silen insanlar.
Çözüm; Tahrişi önleyecek, losyonlu, hassas bir mendil.


Özellikle nezle için icat edilmiş bu ürünü bulamadım, dolayısıyla henüz deneyemedim, ama içeriğindeki E vitaminli losyonla tahrişe kesinlikle sebep olmadığı iddia ediliyor.

Bu ürün vaat ettiklerini yerine getirir de tutarsa kategorideki en fonksiyonel ve yenilikçi ürün olacağa benziyor. Geç kalan lansmanın ve yetersiz dağıtımın kurbanı olmasın yeter.
Büyük başarılar hep basit fikirlerden ortaya çıkmıyor mu zaten?

20 Ocak 2008 Pazar

Youtube yine kapatıldı


Bizi rahatsız eden şeyleri yok saymak ve kafamızı başka yöne çevirmek çözüm mü?
Diplomaside bu kadar geride miyiz?
Bu yasak kime?

Not: Dünyada benzer uygulamayı yapan tek ülke İran.

16 Ocak 2008 Çarşamba

TFF reklam filmi

Haluk Ulusoy desteğe çağırıyor. Milli takımdan çok kendisi için sanırım...



EURO 2008'e daha 6 ay varken bu ne desteği oluyor?

14 Ocak 2008 Pazartesi

Meatball Sundae


Seth Godin der ki; “Meatball Sundae” diye adlandırdığı durum, iki harika fikrin birleştirilmesinden korkunç sonuçlar almaktır. “İzmir Köfte” ile “Frappucino”nun birlikte güzel gitmemesi gibi.

Organizasyon yapısı İzmir Köfte gibi geleneksel ise ve uygulanacak bazı iletişim stratejileri Frappucino gibi modern ve trendy olacaksa, bu demek oluyor ki iletişime harcanan paramızı çarçur ediyoruz, zira tüketicilerimize bekleneni sunamadığımız gibi, istediğimiz kitleyi de kendimize çekemiyoruz.

Gerçek vaka analizi; Marka danışmanlığı yaptığım sırada eski çalışma arkadaşlarımla muhafazakar bir inşaat firması için çalıştık. Bizden farklı ve alışılmışın çok dışında kreatif çalışmalar istediler; internet, outdoor, in-store, doğrudan pazarlama ve gazete/dergi ATL çalışmaları hazırlandı.

Sunum yapıldı, çalışmalar beğenildi. Ajansa ve prodüksiyonlara paralar ödendi, medya satın alması yapıldı.
Tam düğmeye basılacakken çalışmalara organizasyon içerisinden müdahale edildi ve planlanan çalışmalar yerine bizden gizli yaptırdıkları, içlerine daha çok sinen “geleneksel” ilanlar yayınlandı...
Ben neticeyi göremedim, dolayısıyla daha fazla yorumda bulunmayacağım. Ancak şirket ajansa ve diğer üçüncü şahıslara bir sürü para döktü. Bunun nedeni de farklılaşmaya hazır bir kültürlerinin olmamasıydı.

Kim bilir, belki ilanlar yayına girseydi gerçekten “Meatball Sundae” olacaklar, hem tüketici, iletişim esnasındaki yaklaşımdan farklı bir yaklaşım görünce hayal kırıklığı yaşayacak, hem de firma, yapılması planlanan radikal iletişim harcamalarının meyvesini toplayamayacaktı...
Seth Godin'in Meatball Sundae'sinden altı çizilecek cümleler...

10 Ocak 2008 Perşembe

Politik Tüketici kimdir?

Tüketeceği ürünleri seçerken, üretici firmaların, başta çevresel duyarlılık, politik (ve hatta ideolojik) tutumlarını göz önünde bulunduran, "bilinçli tüketici" tanımının da ötesindeki tüketici grubu.

Şahsi görüşüm; Mevcut dünya düzeninde varlıklarına inanmadığım, en uygun ifadeyle, şekilci yaklaşım sergileyen tüketiciler.

Neden böyle düşünüyorum açıklayım. Son zamanlarda ülkemiz inanılmaz bir kutuplaşma yaşıyor. Bu kutuplaşmada ikon haline gelmiş bazı sermaye grupları da mevcudiyetlerini adeta savundukları ideolojilerin neferleri gibi haykırmakta sakınca görmüyorlar.

Tüketici ne yapıyor? Her şeyin farkında. Kimisinin işine geliyor, -benim de içinde bulunduğum- büyük çoğunluk umursamıyor, kimisi de avaz avaz bağırıyor; "Bu ürünleri almayın!" diye. İşte politik tüketici dediğimiz kavram tam da burada ortaya çıkıyor.

Herkesin çevresinde belli şirketlerin ürünlerini tüketmeyen insanlar vardır.

En sevdiğim insanlardan birisi, bu şirketlerin en popülerlerinden birinin ürünlerini kesinlikle tüketmiyor, alanlara aldırmıyor.

Öte yandan, kendisine neden yabancı menşeili bir gazlı içeceği içtiğini, bir zamanlar toplumsal boyutta kısa vadeli boykot ettiğimiz bir ülkenin gıda markasının ürünlerini tüketmesini, yine aynı ülke menşeili alışveriş merkezinden alışveriş yapmasını, ev temizliği ve kişisel bakım ürünlerinde neden küresel bir şirketin markalarını tercih ettiğini soruyorum, ama cevap beni tatmin etmiyor;

-Onlar ayrı.

Politik olunacaksa benim cevabım şöyle olacaktır; Hayır, değiller!

Zira içtiği gazlı içeceğin terör örgütlerine finansman sağladığı, tercih ettiği alışveriş merkezinin Afrika'dan ucuza işçi getirterek ne şartlarla çalıştırdığı, ev temizliği ve kişisel bakım ürünleri sağlayan firmanın da pazarlarını genişletmek amacıyla hangi ülkelerle ne gibi ilişkiler içerisinde olduğunu ve çevresel duyarlılıklarını herkes biliyor.
Ama herkes işine geldiği gibi davranıyor!

Kaç çocuk piyasada istediği çikolatayı bulamazsa ideolojik nedenlerle ötekinden uzak durur?
Kaç kadın, normalde kullandığı bebek bezini piyasada bulamazsa ötekini almak yerine çocuğunun altına bez bağlar?
Kaç baba Pazar günü eve yapacağı alışverişin daha pahalı olacağını, trafiğin ve yolun zaman kaybettireceğini bile bile 20km ötedeki başka bir alışveriş merkezini ideolojik sebeplerden dolayı tercih eder?
Örnekleri çoğaltabiliriz...

Kimse alınmasın ancak Politik Tüketici, naçiz fikrimce, arz fazlasından dolayı şımarmış tüketicidir.

Tepkiler tutarlı ve makul nedenlerle yapılırsa anlam kazanır. Bugün Facebook'ta 38bin'i aşkın üyesi olan bir Politik Tüketici grubu gördüğümde, grubu kurucularından birinin BAT'de (British American Tobacco) çalışan bir birey olduğunu görüyorum ve bıyık altından gülüyorum.

Cumhuriyet misyonerliğini tercihe ve alım gücüne dayalı bir tepkiye indirgeyecek kadar küçümsemeleri ve bunu yapan insanların ülkemize zehir satan, bunu da gururla lanse eden insanlar olmaları bana müthiş bir karamizah anlayışına sahip olduklarını gösteriyor.

En acı tarafı ise 38bin -göreceli olarak- kentli, okumuş, belli kültürel birikim sahibi insanın çıkıp "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?" dememiş olması.

Siz de politik bir tüketici olduğunu düşünenlerden misiniz? O zaman kaldırın kafanızı, politik tüketici olarak yaşamaya çalışırken düşen standartlarınıza ne kadar fazla tahammül edebiliyorsunuz...

7 Ocak 2008 Pazartesi

Kitchen, chicken... Aynı şey!

Geçen seneki Hoteq 2007 otelcilik fuarından bir fotoğraf. Firmanın sloganı aslında "Architect of Your Kitchen".





Üşengeçlik mi, dikkatsizlik mi, umursamazlık mı bilemiyorum. Yine de iyimser yaklaşıp "Kimsenin dikkatini çekmemiş, farkedenler de firmayı üzmemek için söylememişlerdir" diyerek konuyu yoruma açık şekilde bırakıyorum!

2 Ocak 2008 Çarşamba

Diva ve Boya

Düşünün bir; Boya üreticisisiniz ve piyasada mevcut bulunan boya markanıza bir yüz seçeceksiniz. Kimi seçerdiniz?

Polisan, nam-ı diğer "Gülen Boya", 300 bin YTL karşılığında Ajda Pekkan'ı marka yüzü olarak seçmiş.

Boyanın satın alma tercihini ustaların yaptığını düşünürsek Ajda Pekkan ile yola devam etmenin ne denli mantıklı olabileceğini sorgulayabiliriz. Etkili olur-olmaz, orası gerçekten meçhul. Ben etkili olacağını pek sanmıyorum, ama Polisan bunu denemeye değer bulmuş ki böyle bir meblağa göz yummuş.

Polisan'ın önceki ödüllü reklamlarını biliyoruz, dolayısıyla bunda da ön yargılı olmamak lazım;




Böylesi başarılı ve sofistike bir reklama sahip başka boya markası ben bilmiyorum. Fakat yine de beni esas düşündüren, ürün-celebrity arasındaki ilişki oldu. Ajda ve Boya. Çok komik ve gülünç geldi bana.

Benden de bir alternatif olsun, hatta belki daha az maliyetli ve daha sıcak bir yüz bile olabilir; Aysel Gürel !