29 Şubat 2008 Cuma

Yarın hayatınızda...

Converse olmasa...


Şirket dünyada bütün faaliyetlerini bir anda durdurma kararı alsa... Rahatsız tabanına rağmen rengarenk Chuck Taylor serisini bir daha bulamayacak olsanız, eBay'de 20 dolara satılan ayakkabılar bir anda kolleksiyon ürünü niteliği kazansa ve fiyatları 300-400 dolara fırlasa... Son ürünler de tükense ve Converse tarzı yokolsa...

Muadili olmayan bu markayı özler misiniz? Yoksa umrunuzda olmaz mı?

27 Şubat 2008 Çarşamba

Orijinal vs. Muadil

Bol alternatife sahip olan biz tüketicilerin, duygusal ve fiyat odaklı ikilemidir Orijinal - Muadil kıyaslaması.

Aslında hiç söylendiği kadar çok alternatife sahip değiliz!

Şöyle bir düşünün, neyin alternatifini orijinaline tercih edersiniz?

Burada Türkiye'nin Facebook'u olduğunu iddia eden bir örnek var. Yorumu altında.

Bir tane de Vodafone'dan; iPhone al(a)mayanlara iPhone alternatifleri.

Komik görünüyor, değil mi? Bu tarz bir cep telefonu alacak olsam düşünmeden iPhone alırdım.

Belki ilaçta eşdeğer ürünler tercih edilebilir, ancak onlar bile (belki psikolojik olarak) bünyelerde aynı etkiyi yaratmıyorlar.

"The original" olmak varken "me too!" demenin anlamsızlığı anlaşılsaydı, işimiz daha zor olurdu.

25 Şubat 2008 Pazartesi

Pepsi Max mı Coca-Cola Zero mu?

Aysel Gürel'in vefat etmesinden sonra Pepsi, Max için çekilen 2.reklam filminin medya satınalması çoktan yapıldığından (ve milyonlarca lirayı haklı olarak çöpe atmak istemediğinden) filmi yayından kaldırıp yalnızca arka arkaya okunan 2 adet spot koymuştu.


Şimdi yine TV'de orijinal reklamı görüyoruz, bu sefer sonuna "Aysel Gürel'i saygıyla anıyoruz" diye eklemişler. Ben de, "acaba bu filmi yeniden yayınlamak konusunda insanlardan feedback almışlar mıdır?" diye düşündüm.

Merak ediyorum, Coca Cola Zero'nun da pazara girişiyle paniklediler ve içgüdüsel bir şekilde yeniden yayınlama kararı mı aldılar? Yoksa kamuoyu yoklamasını yapıp planlı bir şekilde filmi yeniden mi yayına soktular?

Dikkatimi çeken bir başka şey, şu sıra her yerde Coca Cola Zero'nun olması. Fast-food'lardaki bardakların üzerinde, bakkal-marketlerde dönkart'larda, floor sticker'larda ve posterlerde, en önemlisi, tüketicinin elinde ve dilinde.

Pepsi Max sansasyonel reklamına rağmen ilk çıktığında Zero kadar konuşulmadı. Herkes Zero'nun tadını konuşuyor, herkes Zero'yu deniyor. Bu, Coca Cola sihri olsa gerek. Lansman etkisi olup olmadığı yakında belli olur...

21 Şubat 2008 Perşembe

Neden "diğerleri" bizi sev(e)mez?

Çünkü;
- Birikimimizi,
- Başarılarımızı,
- Yeteneğimizi,
- Düşünce yapımızı,
- İçinde bulunduğumuz ivmeyi asla yakalayamayacak,
- En önemlisi de, birçoğu, öğrenme ve başarma hırsımızı asla sahip ol(a)mayan ve asla anla(ya)mayacak milyonlarca sıradan insanın arasındalar.


Biz onların anlayamadığı kavramlarla bir şeyler başardıkça onlar daha çok hırslanacak, ancak yine durumu düzeltmek için bir şey yap(a)mayacaklar. Çünkü bu, yetenek, kapasite, kafa meselesi.

İnsanlar tarih boyunca anla(ya)madıkları şeylere ya saçmalık deyip geçmişler, ya da onlardan korkmuşlardır. En zavallı grup ikisini birden bünyelerinde taşıyan insanlardır. Zira olanı biteni anla(ya)madıkları gibi, bir de kendilerini haklı çıkarmaya, sizi de karalamaya çalışırlar.


Sanmayın ki bu satırları öfkeyle yazıyorum. Aslında benimle yaşıt ya da daha genç arkadaşlara demek istediğim şu; Karşınıza, sizden çok öncedir makamında oturan, kişisel başarıları sınırlı, genç ya da yaşlı da olsa öğrenmekle sorun yaşayan, kendisinin en iyiyi bildiğini iddia eden, aşırı kompleksli insanlar çıkıp sizi demoralize etmeye çalışabilirler.

İstedikleri şey eski köye yeni adetler getirmemeniz, sivrilip, yeni kahraman olmamanız.
Yılmayın! Onları anlayın; Çünkü korkuyorlar. Daha donanımlı, daha yetenekli, daha hızlı öğrenen, daha hızlı cevap veren, daha çok iş bitiren sizsiniz.

Onların asla anla(ya)mayacağı şeyleri siz hep biliyor olacaksınız. Bu yüzden onlardan hep bir kaç fersah önde olacak, zamanı gelince üstlerine basıp yolunuza devam edeceksiniz.

Günün sonunda kazanan olduktan sonra bunların hiç bir önemi kalmayacak. Sizin için.

20 Şubat 2008 Çarşamba

CNBC-e ve Marketing Myopia

Pek çok pazarlama profesyoneli, kolay olanı göremez.

Demek istediğim, pazarlamacılar, üzerinde çalıştıkları bir kampanya mekaniğinde, bir ürün/hizmet/kurum için iletişim stratejisi oluştururken ya da konumlandırma çalışmaları yaparken verilecek mesajları en "basit", en "yalın" haline getirmeyi bir türlü beceremez.

Bunun nedeni işin içerisinde fazlaca bulunmak ve "beynin kirlenmesi" de olabilir, ürünün/hizmetin birden çok faydası olması ve hepsini aynı anda vurgulamak istemesi olabilir, ya da en kötü olasılıkla "pazarlama miyopluğu" olabilir.

CNBC-e deyince benim aklıma;

1- Saatinde başlayan, gecikme olursa altyazıyla dakikasına kadar bildirilen orijinal dilinde altyazılı filmler/diziler,
2- Ekonomi ve borsa haberleri geliyor.

Gayet yalın ve anlaşılır, başarılı bir konumlandırma. Ekonomi bir çok insan için fonksiyonel ve "olmasa da olur" kıvamında iken, diziler lokomotif durumunda. Buraya kadar bir yanlış yok.

Sorun, rakipleri belirlemede ortaya çıkmış. Zira CNBC-e'nin doğrudan rakip listesinde diğer televizyon kanalları varken, dolaylı rakipleri gözardı etmiş olduğundan, bugün peer to peer ağlara ve diğer teknolojik gelişmelere yenildi.

Bir süre bunun farkında olduklarını düşündürecek girişimlerde bulundular ve yayınladıkları dizileri ince eleyip sık dokumaya, fazla bilinmeyen dizilere yönelmeye başladılar.

Burada karşılaştıkları bariyer hem zaman hem de yayın hakları oldu. Zira CNBC-e dizilerin yeni bölümlerini, anavatanında yayınlandıktan en erken 4 hafta sonra yayınlayabiliyordu ve bu da seyirciyi tatmin etmemeye başladı. Burada da teknoloji devreye girdi ve elinde internet bağlantısı olup beklemek istemeyen izleyiciler, paylaşım sitelerinden CNBC-e'nin yayınlamaya başladıkları dizilerin sezonlarını indirmeye başladılar.

Son yayın döneminde yeni dizilerin azlığı ve kült dizilerin bol bol tekrarlarının oynatılması pes ettiklerini gösteriyor.

Öte yandan, gün geçtikçe daralan zamanlarını daha verimli değerlendirmek isteyen insanların, kendilerine ayıracakları kısacık vakitlerinde TV izlemek istemedikleri gerçeği de var. Bu, bir çok televizyon kanalının (kültürel ve ekonomik gelişmeyle birlikte) eninde sonunda karşılaşacakları bir sorun.

Buna bağlı olarak, CNBC-e'nin bu kadar çabuk gözden düşmesinin bir sebebi de, seyirci kitlesinin bahsettiğim kültürel ve ekonomik gelişmelerde ortalama TV izleyicisinin ötesinde olması.

Peki CNBC-e ne yapabilir?

Ben yayıncılık konusunda uzman değilim, ancak CNBC-e bir kaç sene önce yaptığı gibi niş bir alana yönelmeli. Avrupa sinemasından vazgeçmeyip, filmlerden sonra e2 gibi yabancı şov programları yayınlayabilirler. Avrupa sineması ile popüler kültür'ü yan yana getirmek ne kadar doğru olur bilemem, ancak internet'i de ciddi rakip olarak almaları ve Türk izleyicisinin (göreceli olarak) kolay ulaşamayacakları yayınları ekrana getirmeleri çözüm olabilir.

Bugün hayatımızda CNBC-e olmasa, pek çoğumuzun hayatında bir şey değişmeyecek. Pazarlama miyopluğu yaşayan kanal, senelerdir bangır bangır gelen (ve ülkemizde göreceli olarak çok yavaş ilerleyen) broadband internet'i ya göremediğinden ya da bir tehdit olarak ciddiye almadığından bugün gözden düşmüş durumda. Eski bir CNBC-e izleyicisi olarak, toparlanmalarını umuyorum.

17 Şubat 2008 Pazar

Bilinçlendirme kampanyalarını amatörler yürütmemeli

Kardeşimin hastalandığı bir akşam onu bir hastaneye götürüyorum. İçeri giriyorum, işlemleri yaptırıyorum ve doktor kardeşimle ilgilenirlerken dışarıda bekliyorum. O sırada gözüme şu showcard ilişiyor.

Ne olduğunu anlamıyorum tabi. Biraz daha yakına gidip bakıyorum.


Artık bir fikir veriyor, ancak ne olduğu yine tam olarak anlaşılmıyor. Çünkü kargacık burgacık yazılar o kadar yakından bile okunmuyor.

Aslında Rahim Ağzı Kanseri'ne karşı yapılmış oldukça basit ve etkili bir bilinçlendirme kampanyası.
Sorun: Rahim ağzı kanseri.
Hedef: 18-35 yaş arası kadınlar.
Sonuç: Hastalığı önleyecek bir aşı.

Hastane koridorlarına koydukları showcard'ların "art direction" yönünden bu kadar zayıf olması bir çok insanın gözünden kaçmasına sebep oluyordur, eminim.

Bu bir kozmetik ilanı olmadığı için bakımlı kızımızın fotoğrafını kocaman yerleştirmeye gerek yok.
Keşke o kadar yazı yazmak yerine kocaman puntolarla "Bir aşı ile Rahim Ağzı Kanseri'nden korunabileceğinizi biliyor musunuz?" gibi basit cümleler kullanılsaymış...

Kimseyi rencide etmek istemem ama, "Büyük" ajanslarımız bu tip toplum bilinçlendirme kampanyalarını (hadi, ücretsiz demiyorum) sembolik ücretlerle yapsalar da, bu işler amatörlere kalmasa, etkili art direksiyonla daha fazla insana ulaşılsa... Daha iyi olmaz mı?

14 Şubat 2008 Perşembe

Sevgiliye Kurabiye

Bu yazı aslında Arçelik'in yaptığı bir web sitesi hakkında, ancak ben yine de bir girizgah yazmak istiyorum. Malum, bugün sevgililer günü.

Şubat ayının başından beri nereye kafamızı çevirsek kalplerle bezeli showcard'lar, billboard'lar, görseller, vitrinler görüyoruz. Radyo spotları "Seni seviyorum" cümlesini (sanki söylenmesi çok basit bir cümleymiş gibi) beynimizin içine kazımak istercesine art arda tekrar ederken, haber sitelerinde ve TV'de bu "özel gün" için hummalı çalışmalar yapan kuruluşları görür, tüketiciler olarak pahalı trendy mekanlarda rezervasyonlarımızı hemen yaptırmamız konusunda uyarılırız.

Web'de gezinirken bile bir sürü banner görürüz, kimisi gözümüzün içine girerler, "14 Şubat'a sevgilisiz girmeyin" gibi "acaip" sloganlara rastlarız (sanki marketten alabilinecek bir şeymiş gibi). Hatta 14 Şubat geldiğinde bir çok site logolarını (kimisi abartıp temalarını) bile değiştirirler. (Benim en çok hoşuma giden Youtube'un logosu oldu).

Çevremizdeki insanlar birbirleriyle ya da direk bizimle sohbet başlatırlar "Eee, sevgiline ne aldın?" ya da "Perşembe akşamı programınız ne?" diye. Varsa zaten sorun yoktur, yoksa da içinize kurt düşer.

Gider bir hediye seçer, ya da bir program yaparız. Yaptıktan sonra da düşünür, bizim için bugünden daha anlamlı günler olduğu halde neden böyle bir eyleme giriştiğimizi sorgularız, ama çok geç olmuş, köprüyü çoktan geçmişizdir...

Kimi için önemsiz, kimi için önemli, kimisi de öneminin olmadığını söyler ama bir şeyler bekler hep. Ne olursa olsun, özünde tamamen anlamsız bir gün, tutarlı bir iletişimle kısmen anlamlı hale getirilmiştir.

Arçelik üşenmemiş, "Sevgiliye Kurabiye" adında bir site yapmış. Ben siteyi beğendim, hem müziği hem de arabimi çok güzel olmuş. Üstelik bir de yapılan kurabiyeleri sevgiliye gönderme konsepti çok hoş. Ben de bir kurabiye yaptım, kuş şeklinde olsun istedim ama biraz yarasaya benzedi. El işim her zaman zayıftı zaten...


Doğumgünleri ya da sevgililer günü gibi sembolik günlere hiç inanmasam da, itiraf etmem gerekir, sanal bir kurabiyeden fazlasını yaptım. Bugün için değil, uzun zamandır yapmak istediğim için...

İnansanız da inanmasanız da sevgililer gününüz kutlu olsun.

11 Şubat 2008 Pazartesi

Duyuru: Thinker and Talker Kamp'08

Thinker and Talker Kamp '08 ulusal çapta, üniversite öğrencilerine hitap eden bir pazarlama - girişimcilik sempozyumu. İlk olarak bu sene gerçekleştirilecek sempozyumu Marmara Üniversitesi öğrenci kulüplerinden Marmara Community organize ediyor.



T&T Kamp'08 iki ayaktan oluşan bir organizasyon;


"Triplex Challenge"

Tüm üniversite öğrencilerinin açılımına katılımına açık, 3 ayrı marka tarafından düzenlenecek "Girişimcilik" ve "Pazarlama" ana başlıklarında düzenlenecek bir proje yarışması. 8 Şubat itibariyle katılıma açılan yarışmanın brief'lerine buradan ulaşabilirsiniz.


"Ulusal Öğrenci Sempozyumu"

"Girişimcilik, pazarlama ve kariyer" konularının işleneceği UÖS'nda seminerlerin, vaka analizlerinin, sertifikalı eğitimlerin yanı sıra, son gün kariyer fuarı'da düzenlenecek.

Yine tüm üniversite öğrencilerinin katılımına açık olan bu sempozyum 03-06 Mayıs tarihleri arasında The Green Park Merter Hotel'de konaklamalı olarak gerçekleştirilecek.

8 Şubat 2008 Cuma

10 yıl sonra güldürecek cümleler

Yapmak istediğimi bu yazıya kısa bir göz atınca daha iyi anlayacaksınız.
Güncel incileri buldukça ve duydukça paylaşacağım.

Vol.1;

"Ben internet ortamının, yeri yurdu belli, etkileşimli web siteleri ve ciddi CRM programlarına dayalı yapılar hariç, rüştünü kazanıp haysiyetli ve itibarlı bir iletişim aracı haline gelene kadar etkisinin fazla ciddiye alınmaması gerektiğini düşünüyorum."

Ali Saydam (Orijinal Metin)

5 Şubat 2008 Salı

Mim - Nefesimi kesecek anlar...

Özgür beni mimlemiş... Alışılageldik mimler gibi değil, eğlenceli ve kendi kendime hiç dillendirmediğim, ancak zaman zaman aklıma gelen düşünceleri listelememe neden olan bir dalga bu; Nefesimi kesecek anlar...

Listeyi yarattıktan sonra nefesimi kesecek anların hepsinin (belki de bencilce) yalnızca kendime faydası olduğunu farkettim. Bunun için de "hayata bir daha gelsem" kısmına son bir madde ekledim. Bir de ekstrem sporlar hikayesi var, gençliğime verin!


"İşte bunlar!" listem;


  • Kurumsal hayatı terketmek. Tüm enerjimi hobilerime ayırmak nasıl olur merak ediyorum.
  • Tersine göç yapıp İstanbul'dan uzaklaşmak, onu eski bir dost gibi özlemek, arada sırada hasret gidermek...
  • Ağırlığın Avrupa'da olmadığı bir dünya turu. Motosiklet ile...
  • Meditasyon... 3 saat meditasyonla uykuya ihtiyaç duymadan yaşamak, yaşam verimini artırmak...
  • Shibumi gibi bir klasik yazmak... Tek kitap olsun, klasik olsun.
  • Yelken'e başlamak... Yakında gerçekleşecek, ama devam eder miyim bilmiyorum...
  • Daha hızlı okumak...

Yapmayı neden beklediğimi bilmediklerim;

  • İspanyolca'mı ilerletsem... Fena olmayacak.
  • Wing Tzun'a geri dönsem, kondisyonumu geri kazansam...
  • 6.ayını yeni bitirse ve yazmaktan başka bir şey yapmasam da DTBD? beni şaşırtıyor. Sektörden veya dışından, hiç tanımadığım insanlarla tesadüfi karşılaşmalarımda-yazışmalarımda "Sizi blogunuzdan tanıyorum..." cümlesini duymak hoşuma gidiyor. DTBD? ile biraz daha ilgilenebilsem...
  • Üniversite'mde seçmeli ve ön koşulları olan, farklı bir ders versem...
  • Diğer sporlar haricinde ekstrem bir sporla uğraşsam... Paraşütle atlayış, dağcılık, snowboard gibi...
  • Çekmecelerimi, eski kitaplarımı, CD'lerimi, önemli evraklarımı, fotoğraflarımı düzenlesem...

"Hayata bir daha gelsem..." listem;
  • İşimi çok severek yapıyorum. Ama bir daha dünyaya gelecek olsam gezi fotoğrafçılığı, spor öğretmenliği (su sporları ya da ekstrem sporlar), yazarlık, dj'lik gibi daha mobil, sezonluk alternatif meslekler seçerdim.
  • Son madde olarak, biraz da dünyanın geri kalanını düşünüp, bu kadar bencil olmamayı isterdim.

Kimseyi mimlemiyorum, fakat okuyanlara kendi listelerini (yayınlamasalar da) yazmalarını tavsiye ediyorum. İlginç sonuçları oluyor. Teşekkürler Özgür.