Bu haftasonu arkadaşlarımla dolaşırken Maltepe sahilindeki MADO'da bir mola verdik.
Tercih benim tercihim değildi. MADO. Benim için menüsünde olağandışı hiç bir şey barındırmayan, sıradan dondurmalar, sıradan pastalar, sıradan içeceklerden ibaret bir cafe zinciri...
Arkadaşlarımın hesabını da ödemek için kartımı verdim. Görevli 2 dakika sonra geri gelerek bana sanki bir ikramda bulunacakmış gibi kibar bir üslupla beni kasaya davet etti. Ardından şöyle dedi;
"Arkadaşlarınızın yanında söylemek istemedim, ancak kartınızın limiti dolmuş, başka kartınız varsa oradan deneyelim?"
"Elbette" deyip başka bir kart uzattım.
Bu tip şeylerden mahcubiyet duymadığımdan (neticede herkesin limiti dolabilir, değil mi?), yaklaşımın inceliğini masaya döndüğümde farkettim.
Markalar hakkındaki kanaatimizi önce satış noktasında (mantık) ve satınalma sonrasında yaşanan olumlu/olumsuz deneyimlerin (duygular) yardımıyla belirleriz.
Benim için bir anlam ifade etmeyen MADO, beni düşünüp böylesi insani bir yaklaşımda bulunarak bir çok büyük bariyeri aştı.
Basit, ancak bir o kadar da zor.
Bu deneyimden sonra kafamı kurcalayan 2 şey var;
1-Bu yaklaşım kişi kaynaklı mı yoksa kurumsal kültürün bir etkisi mi?
2-Elimde alternatif bir ödeme metodu olmadığını söyleseydim masaya dönmem mi gerekecekti yoksa başka bir çözüm üretilecek miydi?*
Bir kez daha emin olduğum şey; aynı etkiyi milyonlarca liralık medya harcamasıyla yaratamazsınız. İnsanları harekete geçiren şey duygulardır.
Eğer bu yaklaşım çalışana değil de MADO'ya aitse, binlerce müşteriye benim henüz aklıma gelmeyen yüzlerce benzer olumlu deneyim yaşatabilir ve bu insanlar için bir lovemark haline gelebilirler.
Geleceğin kazananları, -önceden de bahsettiğimiz gibi- mekanik prosedürleri bir kenara bırakıp insana daha yakın, organik davranan işletmeler olacağı gün gibi ortada...
*Hızlı düşünüp 2.seçimi yapmadığım için kendime kızıyorum, sanırım cevabını hiç öğrenemeyeceğim. Ancak, birinci sorunun cevabını -belki- blogları takip eden bir MADO yetkilisi verebilir?