16 Şubat 2009 Pazartesi

Türk siyaseti Sosyal Medya’yı neden kullanamaz? (ekleme)

Obama’nın zaferinden sonra özellikle siyasal iletişim’de sosyal medya’nın kullanımı gündemimizin baş köşesine oturdu.
Geleneksel PR ajanslarının bu konuyla ilgili uzun brainstorming seansları düzenlediğini, kelli felli insanların sosyal medya’yı nasıl yönetebiliriz (!) diye haftanın belirli günlerinde özel toplantılar düzenlediklerini duyabiliyoruz.

Siyasal iletişim’de sosyal medya kampanyası yürütmek Türkiye için (şu an) bir ütopya. Neden olmayacağını 2 tane ana nedenin altında uzunca inceleyebiliriz…
Birinci sebep, siyasi sistemimizin ve siyaset anlayışımızın müsait olmayışı,
İkinci sebep ise web’i kullanma şeklimiz.

Siyasi sistemimizin müsait olmayışının başlıca sebebi oldukça açık; bizde siyasi görüşten ve parti politikalarından ziyade, partizanlık söz konusu.Krizden, ekonomik durumun kötüye gittiğini bildiren, kapanan fabrikalardan ve işten çıkartılan binlerce insanın durumuna vurgu yapan haberlerin altına öfkeyle “İnadına XXX !!!” yazan, partizanlık adına çoluğunun çocuğunun geleceğinin kararmasını ve fakirleşmeyi umursamayan bir kitle söz konusu.
Düşünmeyen, sorgulamayan, dogmatik hareket ederek fikrini değiştirmeye hazır olmayan bir kişiye sosyal medya iletişimi yapamazsınız.

Siyasi sistemimizin müsait olmayışı yalnızca sosyal medya öğelerinin önünü değil, diğer pazarlama iletişimi öğelerinin de önünü ciddi biçimde tıkamakta.Bugün siyasi partilerden gelen teklifleri değerlendiren bazı siyasal iletişim danışmanları, önce adayları tanımaya, sonra kitlelere tanıtmak amacıyla adaylar için vaatler yaratmakta ve zaten siyasetçi olmayan bu insanlara bir yandan iletişim öğretmeye, bir yandan da gelecekte yapacakları muhtemel gaflara karşı kriz iletişimi çözümleri geliştirmekle meşguller.
Böyle bir ortamda, bu mecraya girme kararı alsalar bile bu danışmanlardan sosyal medya kampanyaları yönetmelerini beklemek te oldukça gerçekten uzak olur.
Siyasi arenaya çıkacak olan adayların önce aday formuna girmesi ve iletişim bilmeleri lazım ki, danışmanları da onlara herşeyi baştan öğretmeden başka mecralara sıçrayabilsin.
Söz konusu bireyin, yaşam tarzı ve karizmasıyla kendini konumlandırıp iletişimcilerine yardımcı olması lazım. Kabul etmek gerekir ki, bunun için de bir miktar kalite gerekiyor.

Siyasi sistemimizde bir başka eksik de, partilerdeki spokesperson ve karizmatik lider eksikliği.
Sosyal medya kampanyalarında bir yüz kullanmadan tek başına parti ismi ve logosu kullanmak bir anlam ifade etmeyeceğinden, adayların önce çıkması hayati önem kazanıyor.
Bu kısımda fazla söze gerek yok. Tek bir soru var;
Öne çıkacak, gençlerin görmekten, dinlemekten heyecan duyacağı bir tane aday gösterebilir misiniz?
Ben göremiyorum.

Bir başka konu ise web’i kullanma şeklimiz. Nasıl kullandığımızı görmek için çok uzağa bakmamıza gerek yok,
kullanılan banner’lara ve yapılan aramalara biraz göz gezdirirsek, durumumuz aşağı yukarı ortaya çıkıyor. Taş devrindeyiz.
Sosyal medya henüz tam anlamıyla mainstream olmuş durumda değil. Etkisi ABD’ye kıyasla halen düşük.
Öte yandan, (web’e özgü bir davranış modeli olmamakla birlikte) tartışmayı dahi henüz beceremezken, siyasilerin sosyal medya iletişimini sağlıklı bir şekilde yönlendirebilmek için ciddi anlamda bütünleşik yaklaşımlar geliştirmek gerekmekte.

Kendilerini interaktif mecralarda uzman olarak konumlandıran kuruluşların hepsinin odağında ise tek bir laf öbeği var;
“Siyasi partiler henüz interaktif mecralara bütçe ayırmaya hazır değil!”

Siyasi partilerin diğer mecralardaki harcamalarına kıyasla, web faaliyetleri ufak bir bütçeyle yürütülebilir.
Sosyal medya’da hayatta kalabilmenin ise parayla pulla hiç bir ilgisi yok.
Tutarlılık, liderlik ve heyecan gerekli.
Bugün siyasi liderlerin hangisi bu kriterlerin tamamına sahip?
Kaç kişi kendi güvenilirliğini itibarını ortaya koyarak, piyasadaki mevcut (ideoloji değil) adaylar için web’de içerik üretip, bunu gönüllü şekilde yayarak adayın misyonerliğini yapar?
Burada da net bir tablo söz konusu değil.

Sosyal medya iletişiminin bütçe ayırmakla bir ilgisi olmadığını biliyorlar da dile getirmeye mi cesaret edemiyorlar, yoksa gerçekten bütçe gerektirdiğini mi düşünüyorlar henüz çözemedim. Umarım birinci seçenektir, yoksa yandı gülüm keten helva…

Özetle,
Sosyal medya kampanyaları için Türk politikasının daha fazla olgunlaşması,
Partilerin değil adayların,
Vaatlerin değil parti programlarının,
Çirkefliğin değil dürüstlüğün,
Avamlığın değil açıklığın,
Snobluğun değil samimiyetin,
Gelenekçiliğin değil yenilikçiliğin benimsenmesi gerek.

Türk siyasetinde dürüst, heyecan yaratan, karizmatik liderler görebileceğimiz günler diliyorum…


Ekleme;
Komik bir tesadüf, bu yazının hemen ertesi günü Mustafa Sarıgül
Twitter, Flickr ve hatta FriendFeed hesabı açarak sosyal medya'ya hızlı bir giriş yaptı.
Konuyu FriendFeed'de de tartıştık.

Bütün bu gelişmeler üzerine siyasilerin sosyal medya kullanımı üzerine çok farklı tepkiler gözlemledim. Bunları da bir sonraki yazıda paylaşmayı düşünüyorum. Şimdilik tartışmaları FriendFeed linklerinden takip etmenizi tavsiye ediyorum.

Hiç yorum yok: