31 Ağustos 2007 Cuma

In-store

Bugün Göze ile İçerenköy Carrefour'daydık...



İlk olarak Philips karşımıza çıktı.
Küresel Isınma'ya duyarlı olduklarına, sevimli tasarruf ampullerinin şaşkınca etrafta dolaşıp, tüketicilerin yolunu keserek onları daha az enerji sarfettirmeye (ve dolayısıyla, tasarruf ampullerine) yönelten kampanyalarına dikkat çekiyor.

Diğer bir kaç sıradan uygulamadan sonra Selpak dikkatimizi çekiyor.



12'li paket havlu alana yanında fil yavrusu veriyorlar. Tıpkı Pınar Süt'ün Beyn, Kemmik ve Baarsak verdiği gibi... Yalnız burada, ürünü alanlar bu fil yavrusuyla birlikte fotoğraf çektirme şansını yakalıyorlar. Çekilen fotoğraf özel tasarımlı bir kartın içine yerleştirilip müşterilere veriliyor. Bir kaç çocuklu ailenin bu uygulama vasıtasıyla satın alma gerçekleştirip fotoğraf çektirdiklerine şahit olduk. Güzel.


Bu da kaçırmadığım bir detay. Efes Ice, özel bir bira, belli bir soğukluk derecesinde bekletilmesi gerekiyor, dolayısıyla dolabının ayrı olması lazımdı, ancak Efes birayı önceden piyasaya sürdü ve şu an tanıdığım bir çok insan, Efes Ice'ı, pek esprisi olmayan sıradan bir bira olarak görüyor. Halbuki birayı doğru ısıda (fotoğrafta pek net olmasa da dolabın üzerindeki dereceden -2 olduğunu anlıyoruz) açtığınızda havayla temas ederek bir kısmı buz halini alıyor, ancak tadında bozulma olmuyor. Ben 2 ya da 3 sefer bu kıvamda yakalayabildim. Dolabından alıp içmek gerekiyor demek ki. Efes gibi bir marka nasıl böyle bir zamansızlık yaptı anlamak mümkün değil.

Bunlar dışında supermarketlerde bu ara inanılmaz büyük bir iletişim kirliliği söz konusu. Back to school periyodu malum, tüketimin fırladığı dönem. Eylül ayı alışverişlerinizi haftaiçi yapmaya özen gösterirseniz haftasonları oluşacak insan kalabalığının ve market arabasını sürmenize bile fırsat bırakmayan standların, bumperların, showcardların sizi daraltmasını önlemiş olursunuz.

29 Ağustos 2007 Çarşamba

Plajda elbiseyle güneşlenmek?

Cengiz Semercioğlu bugünkü yazısında Cola Turka reklamında bikinili kız olmadığından bahsetmiş, sonunda da demiş ki;

"Bütün kızlar plajda neredeyse boğazlı kazakla dolaşacaklar. Madem bu kadar hassas olacaktınız, keşke plajda çekmeseydiniz reklamı..."

Şu bilinen bir gerçek ki, dünyanın en büyük markalarına sahip grupların birçoğu Yahudi asıllıdır. Peki, onlar ideolojilerini ticarete alet ediyorlar mı? Ben hiç şahit olmadım.

Ülker bence yapacaksa ya kendi ideolojini takip ederek kendi hedef kitlesine ulaşmalı, ya da "çılgınca eğleniyoruz!" tarzı reklamlar çekecekse, muhafazakarlığını kenara atmalı. Yoksa gördüğümüz gibi, "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" durumları oluyor.




Youtube'da video hakkındaki bir yorum da olayın, bu blogda bahsetmekten sakındığım bir başka yüzü;

"hangi plajda görülmüş kızların günlük elbiseyle güneşlendiği yada dolaştığı? her plajda bikinili yada mayolu kızlar olur.
Yaşlı bir erkeğinde elbiseyle oturması bile artık yok. hangi zamanda yaşıyoruz hangi ülkede yaşıyoruz. ülkemizi böyle mi tanıyacak yabancılar? ... tam bir ülker grubuna yakışır bir reklam! ... aynısı sunny reklamı içinde geçerlidir."

Hyundai i 30

Televizyonda reklamını gördüm. Beni çok şaşırttı. Aracın tasarımı bence çok şık, reklamı izlerken ilk ilgimi çeken şey "güzel bir araç" izlediğimdi, çok hoşuma gitti. Hyundai, ciddi ciddi orta-üst sınıfa oynuyor.
Daha detaylı bilgiye http://i30.hyundai.com.tr/ adresinden ulaşabilirsiniz.

28 Ağustos 2007 Salı

Çağrışım yaptıranlar ve diğerleri...


Bu yazı size ne ifade ediyor? Birçoğunuza koca bir hiç.
Herhangi bir çağrışım yaptı mı? Yapmamış olmalı.
Bu tabela sizce ne tabelası olabilir? Café? Saat dükkanı? Kuaför?
Cevabı vereyim, hiçbiri.

Fotoğrafı Ukrayna - Odessa'da çektim. Çok az insan İngilizce konuşabildiğinden, dil sorunu yaşadığım bir yer olarak hafızamda yerini aldı. Öyle ki, karnımı doyurmak için girdiğim cafelerde İngilizce menü bulamayıp, soluğu McDonald's'ta aldığımda, siparişimle ilgilenen kızdan, oldukça popüler ve kolay bir seçim olan Big Mac menüsünü , iletişim problemimiz yüzünden 8 dakikada alabildim.

McDonald's'ı nasıl tanıdım? O kocaman, M şeklindeki "arch"ından.
Honda'yı nasıl tanıdım? Logosundan.

Düşünüyorum da, Türk şirketlerinden kaçını, ismi Rusça yazılsa tanıyabiliriz? Hangisinin logosu, Nike gibi, McDonalds gibi, Honda gibi iz bıraktı hafızamızda?

Efes Pilsen, Turkcell, Eczacıbaşı, Petrol Ofisi... Bunlar benim aklıma gelenler.
İsmi Rusça yazılsa da gerek logosuyla, gerek kimliğiyle, gerekse de diğer brand equity öğeleriyle bütünleşmiş, tanınmak için ismine gerek duymayan kaç Türk firması geliyor aklınıza?

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Para var, huzur var

Bir ajansta çalışıyor ve aklınıza sürekli sıradışı, ancak maliyetli fikirler geliyorsa, sürekli "sağlam" bir müşterinin hayalini kurarsınız. Turkcell gibi, Coca-Cola gibi.


Maliyetten kaçınmayan, markalama çalışmaları için yüksek bütçeye sahip müşteriniz varsa, aklınıza ne gelirse uygularsınız. Geçen sene futbol sahası şeklinde yapılan ve ortasında gerçek bir meşin top bulunan "Süper Lig" raketleri kadar güzel olmasa da, bu uygulama da dikkat çekici ve eğlenceli.


Coca Cola bu uygulamayı "Bırrrrr" konseptine uygun olarak hazırlamış. İnsanlar soluklanmak için oturuyor, bir süre sonra şişenin tepesinde sanki Coca-Cola açılmış gibi "fısssss" sesi çıkıyor ve etrafa azıcık su püskürtüyor. Zaman aralığını gözlemlemediğimden ne kadar süre aralıklarla bunu yaptığını bilmiyorum, ama yapıldığı anda gerek Ortaköy'deki turistlerin gerekse yerli vatandaşların ilgi odağı oldu. Öyle ki, olayın fotoğrafını çeken, kameralarına alanlar bile vardı. Tabii bu uygulama en çok çocukların hoşuna gitmiş olsa gerek, çünkü ne zaman görsem etrafında çocuklar oluyor, cihazın püskürttüğü suyla oynuyorlar.
Geleceğin müşterilerini tavlamak mı dedi birisi? Bingo!

25 Ağustos 2007 Cumartesi

Fazla cesur



K-fee, kahve ve süt karşımı. Kafeini arttırıldığından, aynı zamanda enerji içeceği, fakat K-fee'yi piyasadaki enerji içeceklerinden farklı kılan, sıradan bir enerji içeceğinin içerdiği kalori'nin yarısını içeriyor olması. Bir sıra dışı yanı da, marka yüzü olarak kullandığı kişi.



Michaela Schaffrath, nam-ı diğer "Gina Wild", Almanya'nın ünlülerinden birisi. Ancak kendisi, ününü porno filmlerle kazanan, daha sonra porno endüstrisi dışında filmlerde rol alan bir bayan. Porno endüstrisini terk etmesine rağmen aktrislik kariyeri boyunca adı hep çevirdiği "öteki" filmlerle anıldığından, bu durumla yaşamaktan memnun gibi. Bunu nereden mi çıkarıyorum? Hemen aşağıya bakın.


Enerji içeceklerinin (Red Bull hariç) zaten seks üzerine kurulu reklam anlayışları var. Buna zaten aşinayız, ancak bu seferki gerçekten oldukça cesur. Böyle bir reklamı Türkiye'de düşünebiliyor musunuz? Club'da birbirine çok yakın dans eden iki gencin bulunduğu Burn reklamları bile ne kadar tepki çekmişti, böylesini düşünemiyorum bile.

24 Ağustos 2007 Cuma

Farklı mendil

Bunu önceden görmüştüm. Her gittiğimiz yerde önümüze konulan kolonyalı mendillerden neden farklı olduğu arka yüzünde yazılmış.



Satış adedinden ve kaliteden bahsetmenin ne alemi var anlamadım. Yine de güzel bir farklılaşma. Daha iyi bir sunumla daha çok ses getirebilir bence.

Google Earth'teki küçük işletmelerimiz...


Ikea'ya ulaşımdan bahsedince, yerini yurdunu bilmeme rağmen, Google Earth'ten bir kuşbakışı yapayım dedim. İşte, görüldüğü üzere, tam anlamıyla izole bir yapısı var.
Aşağıdaki kırmızıyla çizilmiş alan Ikea'ya en yakın otobüs durağı. Eh, etrafında da toplu taşımaya dair gerçekten hiç bir şey yok.



Ikea'nın ulaşımını araştırırken, beni gerçekten çok şaşırtan ve hoşuma giden bir şeye rastladım. Hiç lafı uzatmadan görmenizi istiyorum...



Küçük işletmelerimiz Google Earth'ü nasıl kendileri için kullanabileceklerini keşfetm
iş gibiler. Bunlar sadece İstanbul Anadolu yakasında benim bulduklarım, haritayı daha küçültünce karşıma ne kadarının çıkacağını bilemedim.

23 Ağustos 2007 Perşembe

Ulaşılabilirlik... Gerekli mi?


4P'den 4C'ye çoktan geçtik. Place'in yerini Convenience (kolaylık-ulaşılabilirlik) aldı. Eh, tüketici için halen oldukça önemli tercih kriterlerinden biri.

Buyrun, örnek briefistan'dan, "Ikea'ya nasıl gidilir?" diyor bilog, güzel soru(n).


Yazıyı okuduktan sonra altına yazdığım cevap tadındaki yorumu paylaşmak istiyorum;

"Aslında hata falan yok. Herşey öyle güzel oturuyor ki yerine...


Ikea'ya varışın ne denli zahmetli olduğu konusunda hemfikiriz. Şimdi gelelim adamların düşüncesine.

Ikea'ya arabam olmasa gitmezdim. Ne işim var benim Ikea'da? Hemen hemen hiç! Ama nedir, inovasyon ilhamı almak, yeni ne var görmek, tüketiciyi seyretmek ve en önemlisi o kadar yol gelmişken bir şeyler almak (fotoğraf çerçeveleri ve devasa bardaklarına bayılıyorum!). İşte, adamların mantığı bu, işi olmayan adam kolayca gelmesin, güvenlik ve ağırlama maliyetlerini düşürelim, her gelen geldiğine değeceğini hissedeceği ufak bir alışveriş yapsın (3 ya da 4 sefer gittim, hiç elim boş çık(a)madım!)

Aynı taktiği Vatan Computer'da uyguluyor. Teknosa, Bimeks gibi her supermarketin içine bir mağaza açmaktansa ulaşımı göreceli olarak zor ve müstakil mağazalar açarak yalnızca ilgili insanları mağazaya davet ediyorlar. Dediklerine göre, Teknosa gibi bir teknomarkette içeri giren müşteri-satın alma gerçekleştiren müşteri oranı oldukça düşükken Vatan'da bu oran %80'lere kadar yükselmişti, bu sayede bir çok maliyeti kısmış olarak etkili çalışıyorlardı. Ikea'da da Vatan'da da durum aynı yani..."

Akademisyenler 4P mi 4C mi diye tartışa dursun, Ikea yolunu bulmuş bile. Bunun üzerine gelip de pazarlamada formüllerden ve kurallardan bahsetmek olur mu?

Dipnot: Gezinirken Ikea'nın Psikolog ve Perakendeci gözünden değerlendirmeleri'ne rastladım, buradan ulaşabilirsiniz.

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Wal-mart MP3 satmaya başlıyor...



Wal-mart denince aklıma, şu Yunan Mitolojisi'ndeki tanrıların babası dev Titan'lar aklıma geliyor.
Gittiği her yere tüketim çılgınlığını sürükleyen, en sonunda yerel işletmelere beyaz bayrak çektiren...
Tıpkı ayak bastığı her şehri haritadan silen Titanlar gibi...



DRM (Dijital Fikir Hakları), belli bir ücret ödendiği halde kısıtlı kullanım süresi olan (24 saatten sonra kendini silen mp3'ler gibi) çalışmaların koruma sistemine verilen addır. Sistemi geliştirenler, hem dijital kopyalardan da kar etmeyi hem de insanları orijinal albüme teşvik etmeyi düşünmüş olmalılar. Hesabını yapamadıkları, Napster, Torrent, eMule gibi paylaşım programlarının yaygınlaşmasıyla DRM'li çalışmalara olan ilginin azalacağıydı. Öte yandan, bütün DRM'li çalışmalar ve daha fazlası, sözü geçen paylaşım programlarında ücretsiz ve limitsiz kullanım hakkına sahipti.

Apple DRM'i biraz cilalayıp iTunes haline getirmeye çalıştı ancak o da olmadı. Ülkemizde emsal olarak PowerClub mevcut, fakat DRM tahta hiç bir zaman oturamadı.


Ve şimdi Wal-mart müzik işine de girerek, DRM koruması olmayan bütün çalışmaların (EMI ve Universal stüdyoları dahil olmak üzere) satışını üstlenecek. DRM standardı olan 128kbps'lik korumalı MP3'lerin kalitesine karşılık ta korumasız MP3'leri de 256kbps ses kalitesiyle sunacak.

Dijital müzikten sonra Wal-mart uzuuun kollarını nerelere atacak, bekleyip göreceğiz...

21 Ağustos 2007 Salı

In-store


Büyükçe bir süpermarketimizde gezinirken içki reyonunda gördüğüm wobbler'lar (aslında bunlara wobbler mı demeliyim bilemiyorum).

Özellikle Tekel kaldırıldıktan sonra piyasadaki içki sayısında oldukça farkedilir bir artış oldu. Çeşit sayısı bakımından en büyük gelişmeyi gösteren içkiler elbette ki rakılar. Bu rakı bolluğunda geri planda kalan diğer ürünlere de wobbler yapmış Mey İçki. Çok ta dikkat çekici ve güzel durduğunu söyleyebilirim.

Malum, rakının müdavimleri, sadık bir kitlesi vardır, lansman haricinde ekstralara pek ihtiyaç duyulmaz. Tüketiciyi, rakı hariç, yeni ya da piyasadaki mevcut ürünlere yöneltmenin yolunun ya promosyonlu ürünlerle, ya da kararın büyük bölümünü etkileyen, mağaza içerisindeki satın alma anında dikkatlerini çekerek olduğuna inanıyorum. In-store communication bu yüzden bu kadar önemlidir ya zaten.



Cin gibi bir içkiyle alakam olmadığı halde, ürün, wobbler'ları görünce gözüme çarptı ve inceledim. Aynı şey Binboa votka için de geçerli. Benim Smirnoff gibi çok spesifik bir tercihim var, dolayısıyla Binboa'yı asla tercih etmem. Ancak yine inanıyorum ki, promosyon bardak verdiklerini gören bir çok tüketici, satın almasa dahi Binboa'ya şöyle bir bakacaktır.



Bir de Lokka vardı, üzerinde 5 kere damıtıldığı yazan, adını çok duyduğum, son zamanların
"trendy" votkalarından biri. Mey İçki belli ki atağa kalkmış, her ürününe promosyon, hiç olmazsa wobbler gibi şeyler yapıyorlar. Lokka'da da "shot bardağı" promosyonu var. Standın başında duran görevli hanımefendi "Ürünlerimizi çok mu beğendiniz de fotoğrafını çekiyorsunuz" deyince fotoğraf işi yattı (Bilen bilir, supermarketlerde fotoğraf çekmek tekin değildir). Konuyu dağıtmak için "Aa Lokka'da da promosyon varmış" dedikten sonra aramızda şöyle bir diyalog geçti;

Görevli -Evet, piyasadaki en iyi votkadır
Eren -Öyle mi?
Görevli -Evet, Smirnoff'tan daha iyidir yani
Eren -Peki, Lokka'nın farkı nedir?
Görevli -Ya.. Elma suyuyla süper gidiyo! Biz bu akşam içicez mesela...
Eren -Afiyet olsun

Her şey iyi güzel de, buradaki en pahalı mağaza içi iletişim mecrası olan "temsilci" korkunç. Haydi sen davranış bilimleri ya da tüketici davranışını bilemeyebilirsin ve benim tercihim olan rakip markayı kötülersin, ama sana ikinci şansı verip senin markanın farkını sorduğumda verdiğin cevap ta neyin nesi? Elma suyuyla süper gidiyo!

Biraz pratik zeka. Ürünü kullanmışsın ama hakkında hiç bir şey bilmiyorsun. En azından şişenin üzerindekileri oku. 5 kere damıtıldığı orada yazıyor -ki anladığım kadarıyla bu proses markanın diğer votkalar arasındaki farklılaşma nedeni. Mey bence acil olarak saha elemanlarının donanımını artırmalı.

İş ilanlarında hep "analitik düşünce yapısına sahip" diye bir madde vardır, her ilanda özellikle belirtildiğinden anlamını çoktan yitirdiğini sanırdım. Yanılmışım.

17 Ağustos 2007 Cuma

Marka mı, değil mi?


Geçtiğimiz günlerde Hülya Avşar marka mıdır değil midir gibi bir polemik başlamış. Magazin izlemediğimden haberim yoktu, ama dün TV'de gözüme çarpmayı başardı. Bugün de pazar-lamaca'da bu konu hakkında bir yazı okuyunca altına kendi yorumumu düştüm. Burada da paylaşmak istiyorum;

"Ben bu polemiği -pek fazla TV izlemediğimden olsa gerek- daha dün gördüm. Kararımı vermem 10 saniyemi aldı.


Marka olduğunu varsayarak kendi kendime şu soruları sordum:


Hülya Avşar markasının kişiliği nedir?

Hülya Avşar'ın farklılaştığı nokta nedir?
Hülya Avşar'ın hedef kitlesi kimdir?


Kişiliği...
Oyuncu mu? Sanatçı mı? Yorumcu mu? Manken mi? Talk Show'cu mu? Girişimci mi? İş kadını mı? Hepsinden biraz (ya da hiçbiri).


Farklılaştığı nokta... Piyasadaki manken - sosyetik - şarkıcı çöplüğü içerisinde ilk ve en bilinen olması dışında nesi özel? Başarısız girişimcilik kariyeri mi? Sürekli desteklendiğini bilmemize rağmen hakkında çizilen güçlü kadın resmi mi? Hepsi (ya da hiçbiri).

Hedef kitlesi... Gençler mi? Orta yaşlılar mı? Snob kesim mi? Varoşlar mı? Laikler mi? Muhafazakarlar mı? Cevap yine, hepsinden biraz (ya da yine hiçbiri).

Siz kişiliği olmayan, silik bir marka biliyor musunuz? Ya da farklılaşamayan, hedef kitlesini tanımlayamayan?

Kardeşi Helin, marka olma şansına Hülya Avşar'dan daha fazla sahiptir, hatta belki de olmuştur.
Tutarlıdır, yalnızca gece kulüplerinde gezer. Gündemdeki diğer insanlardan farklılaşacak denli hedonisttir, işle güçle ilgisi olmaz, hedef kitlesi de magazin insanlarıdır.

Kişilerin markalaşması ölümle kalımla ilgili bir konu değil, isimle de ilgili değil, insanlara yaşattığı deneyimle, imajla, değerle ilgilidir.

Helin Avşar deyince benim aklıma çok net bir insan profili geliyor. Ancak Hülya Avşar deyince tanım yapamıyorum. Bana soracak olursanız, Hülya Avşar kesinlikle bir marka değildir."

Benim yorumum bundan ibaret, ekleme yapmak isteyen?

Devil inside

Sigara kullanmıyorum, kullanmadığım gibi, herhangi bir sigara işinde çalışmayı reddedecek düzeyde şiddetli bir karşıt görüşe de sahibim.

Az önce web'de gezinirken 3 tane çalışmaya rastladım.



Sigara dumanı üzerindeki çalışmalar çok kullanıldı. Çok klişe. Ancak bu kampanya'da dinsel bir vaaz da mevcut; "What people call a puff, the bible calls something else." (İnsanların bir nefes dediğinin, İncil'de başka bir adı var).

Yine de yapılmamış bir uygulama değil. Sigara'yı şeytan'la özdeşleştirmek derseniz, ilkokul çocukları arasında sigaranın zararlarını anlatacak bir resim yarışması düzenleyin derim. Aynı yukarıdaki uygulamaya benzer resimlere rastlarsınız.

Şu sıralar okuduğum kitapta,
tam da sigara paketlerinin üzerinde yazan uyarılar hakkındaki bir paragrafta şu cümle geçiyordu; "Kaybetme koşullarının ne önemi var? Toplum bunu dikkate almıyor."

O an aklıma, Sigara kutularının üzerine kaybetme koşulları denilen olumsuzlukların yazılması yerine, insanların yaşam performanslarına gerçekten etki edecek deneyimlerden bahsedilse, uyarıların etkisi artar mı?" diye düşündüm. Örnek mi?

-Sigara size ve çevrenizdekilere zarar verir yerine
-Sigarayı bıraktığınız ilk 3 haftadan sonra nefesinizin açıldığını hissedersiniz
-Sigara kansere neden olur yerine
-15 yıl sonra kemoterapi yerine pikniğe gidin
-Sigara spermleri öldürür yerine
-Sigara içmeyen kimselerin cinsel performansı sigara içenlere göre çok daha yüksektir
-Tek bir sigaranın vücudunuzda bıraktığı tahribatın etkileri ancak 6 ayda düzelir yerine
-Bugün vazgeçin ve kendinizi zehirlemeye verdiğiniz parayı hayatınızı iyileştirmeye harcayın!

Gerçekten de kaybetme koşulları yerine bir umut, ya da performans artışı vaadi kulağıma hoş geldi, ancak gene de sigara gibi güçlü bir düşmanı yalnızca mesajlarla yenmeyi düşünmek çocukça olur. Bu mesajlarla ancak bireydeki içsel gücü, sigarayı bırakma isteği tetiklenebilir. Ya aklında bırakma düşüncesi olmayanlar? Onlara nasıl ulaşacağız?

Dipnot: Farklı bir platform olmasına rağmen "alternatif sigara paketi uyarıları"na Ekşi Sözlük'te baktım, orada da bir tane olumlu örnek göremedim.

16 Ağustos 2007 Perşembe

Mor fikir


Bir süredir teknoloji alışverişlerimi yapmadan önce piyasa fiyat araştırmasında referans aldığım bir site var: www.teknofiyat.com

Arabirimi son derece kullanışlı olan bu siteyi de askerden döndüğümden beri kullanıyorum. Hatta, yakın zamanda çok ihtiyacım olan bir elektronik ürünü de bu siteden yaptığım araştırmayla, daha önce hiç alışveriş yapmadığım küçük bir firmadan, sitede gösterilen fiyatla da aldım.

teknofiyat.com şimdiden kendi kulvarında en büyük referans noktası. Biraz bakınca tasarımındaki sadelik, kullanımındaki kolaylık ve sonuçların tutarlılığı aklıma google'ı getirdi. Google'da, Yahoo'yu bu şekilde alt etmemiş miydi?
Türkiye'de teknoloji alışverişinin Google'ı olabilecek bir site bence teknofiyat.

Teknoloji alışverişlerini sık yaptığımı söyleyemem, ancak takip ederim. İnternet'ten en çok satın aldığım ürünler ise genellikle kitaplar oluyor.

Geçenlerde ucuzluğundan dolayı kitap alışverişlerimde tercih ettiğim bir sitede yaptığım kitap alışverişini onaylamak üzereyken tutarı (78 lira) çok bulmuştum. Herhangi bir "brick and mortar" kitabevinden daha ucuz olmayan fiyatları görünce, pahalı olduğunu düşündüğüm başka bir siteye, kıyaslama adına şöyle göz attım. Gördüm ki aynı alışverişim orada, hem de kargoyla beraber tahminimden daha az (56 lira) tutuyor. Şaşırmama rağmen tercihimi göz atmak için bulunduğum siteden yana kullandım. Kendi kendime bir araştırma yapmasaydım aynı bütçeyle bir kitap daha az almış olacaktım.

Piyasada bunca kitap satışı yapan site varken ve hala türerlerken, bir tane akıllı girişimcimiz çıkıp ta lideri takip etmek yerine, kitapseverler için teknofiyat.com benzeri, kendi kulvarında rakipsiz bir referans noktası yaratmayı düşünemiyor.

13 Ağustos 2007 Pazartesi

Öyle miii...

Bu Teknosa reklamları beni öldürecek.

En son okuduğum habere göre Sabancı grup başkanlarından Haluk Dinçer beyefendi Teknosa'nın %99 (!) olan müşteri memnuniyetini Teknosa Asist hizmetiyle %100'e çıkartmak niyetindelermiş (Bu memnuniyetin kriteri herhalde satın almadan sonra problem yaşayıp geri dönen herkese lutfedip cevap vermek olsa gerek). Peki, nedir bu Teknosa Asist?

"Teknoloji alışverişinin kurallarını değiştirecek" bir yenilikmiş Teknosa Asist. Müşteri memnuniyeti garantisi, hem de Türkiye'de ilk!
Zaten çoktandır yapmaları gereken şeydi bence bu.
Normal bir firmanın böylesi hizmetler için yeni bir ad kullanmasına hiç gerek yok, ancak Teknosa gibi ayıplı mal, geri iade ya da arıza durumlarında sabıka dosyası son derece kabarık olan bir firmanız varsa bunu lanse etmek zorunda kalırsınız.


Şimdi pazara Darty'de girdi, güven sözleşmesi'ne göz atmakta fayda var. Darty'yi geçtim, Kadıköy'de en basit bilgisayar satıcılarında dahi geri iade işlemlerimi kolaylıkla gerçekleştirebilirken Teknosa'da zorluk yaşadığımdan, Teknosa Asist bana hiç, ama hiç inandırıcı gelmiyor. Merak ediyorum, insanlar o mağazalarda haklarını aramak için daha ne taklalar atacaklar.
Tek umudum, tüketicilerin biraz daha politik davranarak, kendilerini ve insanları memnun etmeyen firmalarla ilişkilerini kesmeleri. Fazla ütopik oldu sanırım...


Teknoloji ve ütopya demişken, enteresan bir yenilik gördüm. "OLE Pill Bug Robot" orman yangınlarını üzerindeki kızılötesi ve biosensörlerle saptayıp müdahale ediyor. Eğer ateşlerin içerisinde k
alırsa seramik kaplı kabuğuna kapanıp 1300 C dereceye kadar da dayanıyor. Bizim gibi orman yangınlarından çok çeken ülkeler için harika bir çözüm olabilir!

11 Ağustos 2007 Cumartesi

Dışarıda neler oluyor...

Bağdat Caddesi'ndeki yeni Turkcell konsept mağazası;


Daha fazla açık alan, sergilenen ürünlere dokunma ve test etme şansı. Gezmede olduğumuzdan bizzat içeri girip kontrol edemedim. Tek merak ettiğim Göze'nin yazdığı Samsung mağazalarındaki gibi telefonların içerisinde simcard olup olmadığı. Onun dışında mağaza dışarıdan çok güzel görünüyor.

Bu da şu meşhur Turkcell çekilişleri için hazırlanan uygulama. Yaklaşık 2 haftadır İstanbul'da çeşitli noktalarda ikamet etmekteler, görüntüleme fırsatını dün buldum.


Bu da Nike'nin "Çak istediğin yere" uygulaması. Yine dün gece çektiğim için pek belli olmadı. Dikkatli bakarsanız, durağın arkasındaki camın üstünde sanki çamurlu bir topla "çakılmış" şut izleri var. Oldukça orijinal.


Daha fazlası için bu hafta gezip kendi fotoğraf makinemle görüntülemeyi düşünüyorum.

10 Ağustos 2007 Cuma

Seçim mi hastalık mı?

ATV ana haber'de bir altyazı; "Avrupa'da 'marka hastalığı' 4-5 yaşındaki çocuklarda ortaya çıkmaya başladı. Araştırma sonuçları ve bizim ülkemizdeki durum az sonra..."

Saçma sapan şeyler izlemeye tahammül edemediğimden haberin çıkmasını da bekleyemedim. Üzerine biraz düşündüm de, bu zaten bir şey değil. İstanbul'da doğup büyümüş bir birey olarak, çoktandır marka seçiciliğim, ya da 'marka hastalığı'm var. Daha küçücük çocukken American Eagle ayakkabılar (hala da dururlar, fotoğrafını koymak isterdim ama neredeler bilmem), Lee pantolonlar giyer, evdeki CK One parfümü çaktırmadan kullanırdım =)

Ben hem bahçede oynayıp mahallede yaramazlık yaparak, hem de evimde o zamanın konsol oyunlarından Sega'larla, Amiga'larla oynayarak büyüdüm. Hamurum biraz eski, biraz yeni yani. Her iki tarafa da biraz yakınım.

O günleri düşünürsek, İstanbul'da bile sokakta reklam yoktu, oynadığımız konsol oyunlarında reklam yoktu, gördüğümüz tek farklılaşma metalci-acidci farklılaşmasıydı. Çeşit azdı, dolayısıyla aldığımız mesaj da azdı.

Bugüne baktığımızda, televizyonun ve oyunların daha da ötesinde, internet gibi bir iletişim ağı var. Artık gençlere, potansiyel müşterilere ulaşmanın en kolay yolu. Mesajını küçük yaşta verip zihinlerde yer edinmen için en büyük fırsat.

Ben American Eagle ayakkabılar giyerken kaç yaşındaydım? Ayakkabının numarasını düşünerek, herhalde 4 ya da 5 diyebilirim. Bilinçli bir seçimden ziyade ayakkabının görüntüsüyle duygusal bir seçim yapmış olduğumu varsayıyorum.
Lee pantolonlar giydiğimde ilkokul'a gittiğimi net olarak hatırlıyorum, çünkü o zaman
herkes Levi's tutkunuydu ve bu yüzden Lee'yi tercih ediyordum.
Artık CK One kullanmıyorum, ama halen en sevdiğim kokulardan biridir ve inanın, şişesini dahi görsem çocukluğumdan beri beni büyüleyen o koku burnuma gelir...

Benim çocukluğumda bile bariz bir seçicilik vardı, şimdiki çocuklar bu mesaj bombardımanı içerisinde yaşarken nasıl olup da marka farkındalığı yaşamasınlar?
Diyeceğim o ki, bence bu.. hastalık, çoktandır vardı. Yalnızca insanlar, bu tip imtiyazlara daha fazla bedel ödemeye başladıklarından rahatsızlık duymaya başladılar.

9 Ağustos 2007 Perşembe

Kaizen yolunda...

İdris Cin'in blogundan başlayan bir mim dalgası Hüseyin üzerinden bana da ulaştı. Yeterli ciddiyetle ve karşılıklı geribeslemelerle gayet verimli olacak gibi görünüyor. Hüseyin'in blogu için cevapları verdim.

Sıra bende, sorular burada;

1-) Bir okurum olarak blogumu/yazılarımı neden okuyorsunuz?
2-) Bloguma ilk olarak geldiyseniz nasıl bir izlenim ile ayrılıyorsunuz?
3-) Daha önce blogumu okuduysanız nasıl bir beklenti ile tekrar geliyorsunuz?
4-) Bir okurum olarak blogumdan ne umuyor, ne buluyorsunuz?
5-) Siz okurlarıma yazılarım haricinde başka neler sunmalıyım?

Ben kimseyi mimlemiyorum, herkes bana yorum yazmakta serbest!

Ancak yorum yazan arkadaşlar aynı soruları bloglarında da sorup etkileşim içerisinde oldukları kullanıcıları mimlerlerse, Türk blogger'lar olarak büyük bir kaizen adımı atmış olacağız =)
Cevapları bekliyorum!

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Alternatif mecra

Levent Metrocity'deki yürüyen merdiven bantları.













Cep telefonuyla çekildiği için görüntü çok kaliteli değil. Rengi oldukça dikkat çekici, benden önce arkadaşımın dikkatini çekti. Otobüslerdeki tutacaklar gibi kesinlikle kayıtsız kalınamayacak ve dikkat çekici bir mecra, ileride kullanılıp kullanılmayacağını göreceğiz...

7 Ağustos 2007 Salı

Büyük seçim Mc Menüsü

"Mc Donald's kapılarını 05'te açacak" haberini gazetede görmüştüm. Ama ilgimi çeken kısmı haberin detayları oldu.

Bizim de her köşe başında büfelerimiz ve cafelerimiz var. Kimisi kendi çapında markalar, ama neden ulusallaşamadıklarını düşünürdüm.
Çünkü menülerine baktığınızda herşey vardır ve bununla övünürler. Daha fazla satmak için daha fazla ürün menüye tıkıştırılır, komplike menüler yaratılır. Aynı şeyi son yıllarda Mc Donald's ta yapıyor ve menülerine tavuk, salata, vejetaryen burgerler, dondurma gibi alakasız kalemler (şimdi de tahıl ürünleri ve meyveler!) ekli
yor. Kendi tabirleriyle menülerini "Super Size" ediyorlar.

Bazı sorularım var, ve cevabı tek;
Mc Donald's'ın uzmanlığı ne? Mc Donald's'ın en iyi yaptığı şey nedir? İnsanlar Mc Donald's'a ne yemeye gider? Mc Donald's denince akla ilk gelen ürün nedir?

-Hamburger ve türevleri (Cheeseburger, Big Mac vs.)

Ben tavuk yemek istediğimde Kentucky'e, pizza istediğimde Pizza Hut'a, dondurma istediğimde Ali Usta'ya giderim. Kahvaltı etmek istediğimde de, simitçilerden birinde çay-poğaça-simit üçlemesiyle kahvaltı edeceğim.


Yeni hammaddenin üretimi ve satın alımı, işlenmesi, dağıtımı, istiflenmesi, servisi derken, maliyetler artıyor. Büyük çoğunluk hamburger için geldiğinden, menüdeki yeni ürünlerin satışı var-yok arası oluyor ve bu yüzden zarar ediliyor.

Mc Donald's bu konuda çok zarar etti, ama halen niye ısrar ediyor? Yalnızca Mc Donald's değil, hemen her restoran zinciri aynı hataya düşmekte. Pizza Hut'ın menüsünde tavuk kanadı görebiliriz örneğin.

Kendilerini sıradan restoranlardan-cafelerden bu denli farklılaştıran ve marka imajlarını uzmanlıklarıyla inşa eden bu şirketlerin, geldikleri noktalarda böyle yanlış atılımlar yapmalarını
hayretle izliyorum.


Hazır konu açılmışken bir de konu dışı hatırlatma yapayım, Cnbc-e'de bu akşam çok
eğlenceli bir belgesel-film var; Super Size Me.
Filmin claim'i "Yemek yeme alışkanlıklarınızı sonsuza dek değiştirecek!". Bu belgesel bende gerçekten etki yarattı, izlemenizi tavsiye ederim.

6 Ağustos 2007 Pazartesi

Şehir Planlama(ma)sı

Pazarlama kariyerim esnasında, gerek önüme gelen araştırmalarda, gerek girdiğim focus group'larda gerekse de bireysel sohbetlerimde kesin netlikte öğrendiğim bir şey varsa, o da Türk insanının "arıza yoksa sorun da yoktur" motto'su oldu.

Antik Roma'da geliştirilen ilk su kanallarından bu yana asırlar geçti. Onlardan kalan su kanallarını halen bazı yörelerde görebiliriz. Ancak bizim su kanallarımız 10 sene bile dayanmazlar.

Ankara'nın belediye başkanı Melih Gökçek'in şu sıralar susuzlukla başının dertte olması ve eleştirilmesi son derece normal. Su, sadece bu sıcaklarda değil, büyük şehirler için her zaman en çok ihtiyaç duyulan şey olmuştur.

Ben mühendis değilim, ancak şehrin -öncesinde defalarca yapılan ciddi uyarılara rağmen önlem alınmayarak yaşatıldığı- susuzluğuna çözüm önerisi olarak "Ankara'lılar birazcık şehir dışına gezmeye gitsinler" diyecek kadar, ya da tasarruf için şehir suyunu günaşırı açıp kapatacak kadar sığ fikirli de değilim.

Bu sıcak havalarda içinden su geçmeyen borulara ne olur, kesinti sonrasında aniden su verilinc
e borularda basınç, ısı değişimi, buharlaşma vs. herhangi bir arıza oluşturur mu? "Bunları nasıl düşünemezler?" diye kendi kendime sorarken, sorumun cevabı kafamda şekillendi.

Nitekim olan oldu, zaten yetersiz olan Ankara altyapısı dayanamadı ve patladı. Şehrin 1 günlük suyu caddelerde şelale misali çağladı.

Gerek politikacılar, gerek şirket yöneticileri, gerekse birey olalım, bizim yapımız bu. Proaktif değil, reaktif davranıyoruz, herşeye cevap vermeye hazırız, ancak çözüm üretmekten
oldukça uzağız.

Az önceki sorumun cevabına gelince; Biz kim oluyoruz da Melih Gökçek'i bu kadar çok eleştirebiliyoruz?
Arabamızdan garip sesler gelse de bizi yolda bırakmadan servise götürme eğilimi olmayan toplum olarak, ondan çok mu farklıyız sanki?

Hiç sanmıyorum.

5 Ağustos 2007 Pazar

Küçük detaylar...


Evleri güzelleştiren iki unsur olduğuna inanırım.

Birincisi
, azlık. "Less is more" diye boşuna dememişler.






İkincisi, içinde kullanılan küçük, kimselerin alırken uyumunu, tarzını, kalitesini ya da fiyatını umursamayacağı aksesuarlar. Duvar saati, çöp kutusu, raf, bardak altlıkları, hatta bazı mobilyalar...

Fotoğraf çerçevelerine ilgim farklı tasarımları keşfettikçe başladı ve eBay'de dolanırken çok çekici tasarımları olan bir markaya rastladık.

Umbra 75 ülkede faaliyet gösteren, Amerika menşeili, ev aksesuarları üreten bir firma. Hikayemiz aynı, 2 girişimci kafadar insanların her gün gördüğü ürünleri geleneksellikten uzaklaştırarak yeniden tasarlıyor, farklılaşma büyümeyi getiriyor. Şu an 30 designer ve 650'yi aşkın çalışanlarıyla daha da yayılmaktalar. Tasarımları da oldukça çarpıcı.

Geçenlerde aldığım fotoğraf çerçevesinden sonra favorim bu
havlu tutacağı oldu. Detaylarını fotoğrafın üstüne tıklayarak görebilirsiniz.