4 Mayıs 2008 Pazar

Bir Lovemark vakası

TV'de bir programda İzmir tanıtılıyor. Eskiden beri işletilen bir cafe tanıtılırken, oranın müdavimlerinden olan tekerlekli sandalyedeki bir teyze, bir anısını anlatıyor;

"Bana bir gün 'buyrun gelin kahvemizi için' dediler, ben de 'gelemem, oraya çıkmak için rampa yok' diyorum. 1 hafta sonra evime haber yollanıyor, 'sizin için rampa yapıldı' diye. Bu, Alsancak'ta bir dükkan girişine engellilerin girebilmesi için yapılan ilk rampadır. O gün bu gündür burası benim kahvecim."

Saatlerce, günlerce, hatta haftalarca masa başlarında toplantılar yapılır, tüketicilerle duygusal bağ kurmanın yollarını arar, Lovemark olmak için hangi metotların denenmesi gerektiğine kafa patlatılır.

Aslında sorulması gereken şey çok basit; "İnsanların hayatını kolaylaştırmak, kaliteli hale getirmek için ne yapıyoruz?".

Alsancak'taki bu cafe gibi, ihtiyaçlara cevap verirken insanlara, sıradan beklentilerin ötesinde birşey sunabiliyorsak, dahası, onlara değer verdiğimizi hissettirebiliyorsak yolun kabasını almış olmaz mıyız?

5 yorum:

admin dedi ki...

Eren, hangi cafeymiş bu çok merak ettim?

Eren Kumcuoğlu dedi ki...

Adını unuttum Iraz, daha doğrusu TV izlemediğimden dikkat etmedim. 2tane yaşlı amca işletiyordu cafeyi yanlış hatırlamıyorsam. Kadın hikayeyi anlatırken kulağım TV'deydi, dinledikten sonra kendime ders çıkardım. Sonra da bu yazı çıktı zaten =)

Adsız dedi ki...

Hikaye müthiş.
Özellikle masa başında kafa patlatılan kısmına katılıyorum.
Ancak dediğin gibi çözüm bazen bu kadar basit olabiliyor.
Zaten işin özünde de bu yok mu aslında?
Basit olan satar.
Basit olan kolaylaştırır.
Basit olana bağlanılır.
Acaba biz mi çok karmaşık hale getiriyoruz işleri?

Adsız dedi ki...

Konuya biraz "bilimsel bakış açısı" getireyim. İyi ve sürekli müşteri ilişkisi, müşteriyi ilgilendiren süreçlerin müşterinin hayatını kolaylaştıracak, karını artıracak, zamanını etkin kullanmasına elverecek şekilde düzenlenmesi ile sağlanır.

Bunun firma / mağaza / kurum için önemli olan kısmı şudur: Bu yönde yapılan çabanızı sürekli halde tutabiliyor musunuz? Yani, müşterinin hayatını kolaylaştırma faaliyetleri, çalışanlar (özellikle yöneticiler) tarafından içselleştiriliyor mu? Yoksa, ilk fırsatta "tasarruf tedbirleri"ne kurban ediliyor mu?

Eren Kumcuoğlu dedi ki...

Özgür;
Ben artık işleri bizim karıştırdığımızdan eminim. İletişimci olmanın bir artısı da, zamanla işini iyi yaptıkça hayatındaki birçok şeyi de basitleştirmeye başlıyor olman. Bu tip (gerçek) hikayeler aslında bana hem mesleki açıdan hem de hayatımda çok iyi insight oluyor =)

Uğur Bey;
Bu içselleştirme olayını büyük şirketlerin yapabildiğine inanmıyorum. Belki bir yere kadar, ama bir yerde onlar da çuvallıyor olsa gerek.

Böyle bir kültürü içselleştirmenin mümkün olacağı yerlerin bu tip küçük işletmeler olduğunu düşünüyorum. Tüketicilerine birebir dokunan, onlarla -belki de arkadaşlık-dostluk gibi- duygusal bağ kurabilen organizma tadındaki şirketler bu içselleştirmeyi başarılı bir şekilde özümseyebilirler. Ancak bir IKEA'nın, bir Starbucks'ın bunu yapabileceği alanların sınırlı olduğunu düşünüyorum. Siz ne dersiniz?