30 Eylül 2008 Salı

Yarın hayatınızda...


Hürriyet olmasa...

Gazete, bugünkü baskısında, -bir takım sebeplerden ötürü- yarından itibaren, hem fiziksel hem web yayınına son verdiğini manşetlerinden duyursa... Bu yayın grubunda takip ettiğiniz yazarların köşe yazılarını okuyamasanız... Sabahları bilgisayar başında ya da yolda okuduğunuz gazeteyi bir daha bayilerde göremeyecek olsanız...

Yıpranmış imajına rağmen Türk basınının lokomotifi olan bu gazeteyi özler misiniz? Yoksa umrunuzda olmaz mı?

26 Eylül 2008 Cuma

Jean Amerika'nın şalvarıysa, DeFacto neyin nesi?

İster bir toplantı masasında, ister bir arkadaş grubunda olun, ortaya sunulan bir öneriyi savuşturuyorsanız, beğenmediğinizin yerine yeni bir çözüm sunmanız gereklidir.
Aksi taktirde yapıcı olmaktan uzak olursunuz.

Son günlerde DeFacto'nun geleneksel mecralar üzerinden yaptığı iletişim de çok dikkatimi çekiyor.

"Jean Amerika'nın Şalvarıdır!" diyor DeFacto. Son derece sivri bir slogan (yine Hulusi Derici, yine M.A.R.K.A., ne kadar ayrıştırıcı değil mi?).


Peki, ilk duyduğumda ikna oluyorum diyelim, Jean = Amerikan şalvarı.
"DeFacto ne?" diye sorduğumda bir cevap bulamıyorum ve bu durum, büyüyü bozuyor.

Düşündüm, ancak (Kadıköy'deki mağazalarına bir kaç sefer girmiş olmama rağmen) DeFacto'yu gözümde kişileştiremedim.
Üşenmedim, çevremde iletişimci olan 10 kişiye daha sordum "DeFacto insan olsa nasıl biri olurdu?" diye, kimse kişileştiremedi.

Levi's - rahat,
Network - profesyonel,
Benetton - hoşgörülü kimse,
Abercrombie & Fitch - cool,
Tommy Hilfiger - kampüs çocuğu,
DeFacto - ?

Verilen brief dikkat çekmek ise iş çok başarılı, çünkü insanlar jean üreticilerinin vereceği tepkiyi merak ettiler. Bu iş tartışmaya dönüşse iletişimin devamı daha çok PR tarafından yürütülecek bir iş olabilirdi. Neticede amacına ulaştı ve dikkatleri yeteri kadar çekti.

Ancak, henüz iletişim faaliyetlerinin başında olan bir marka bu sivri tonda uzun vadeli iletişim yapmamalı.
Çünkü "fact" iletişimi, duygusal iletişimin tüketici üzerinde yarattığı etkiye göre çok soğuk olduğu gibi, arkada ciddi kanıtlar isteyen bir iletişim modeli.
DeFacto'nun ortaya sürmesi gereken şey bir kanıt.
Bu kanıt ta, yaratılması gereken kendine has bir imaj.

Bu iddianın temeli sağlam olmazsa sözümona rahatlığa, sözümona akdeniz modası yakıştırması yapılması şaşırtmaz.

Mevcut durumda DeFacto, "Amerikan Şalvarı"na çok keskin bir çözüm üretemiyor...

25 Eylül 2008 Perşembe

Avanak Kuzenler, Super Ajan K9... Ne yapmalı?

Bu filmler (ve silsilesi) için bir kategori icat ettim; Ulus utandıran.

Çünkü ilk düşündüğüm, bu filmlerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında başka topraklarda birileri tarafından izlenebilme olasılığı oluyor. Ve yapılan işe nasıl güldüklerini hayal ediyorum...

Düşük bütçe ve zayıf oyunculuk yeteneği göz önüne alınarak, drama ve komedi türü arasında sıkışmış durumdayız. Çok başarılı drama filmlerine imza atabilecekken, yapımcılar komedi filmlerinin daha geniş kitlelere hitap ettiğini düşünüyor, kar marjını yüksek buluyor olsalar gerek; bu ara komedi filmlerine yüklendiler.

Komik tanımı kişiye göre değişiyor elbette. Ancak bu filmler komediden çok, absürd...

Bu kadar sinema yeter, çok kısa iletişime bakalım...

Gördüğüm kadarıyla iki film de geleneksel mecralarda (TV, Gazete, Sinema, Outdoor) aktif haldeler. Ancak interaktif mecralarda izlerine rastlamak neredeyse imkansız.

Avanak Kuzenler'in bir web sitesi dahi yok (sanırım tescil etmekte geç kalınmış ve uyanığın biri de siteyi kapmış).
Süper Ajan K9 en azından bir web sitesine sahip, ancak başka bir online platformda sesi soluğu çıkmıyor.

İnteraktif mecrada fazla yer almama kararı kısmen doğru olabilir.
Ancak iyi bir SEO şart!
Neden?

Filmi merak eden siteye girip bakacak, hatta filmi izleyecektir. Ancak web'de, bu iki filmi bırakın izlemeyi, afişlerini dahi görmeye tahammül edemeyen, fırsatını bulduğunda olumsuz yorum yapacak bir kitle hazır beklemekte.
Bu kitle ile etkileşime girme çalışmaları faydadan çok zarar getirir.
Dolayısıyla web, gişe kaygısıyla olumlu her türlü rüzgara ihtiyacı olan bu filmler için gerçekten tehlikeli bir mecra.

Bu durumda iyi bir SEO ile (gerekirse filmin yayın süresince Google AdWords desteğiyle) film ile alakalı ve olumsuz yorumlardan arındırılmış arama sonuçlarına ihtiyaçları var.

Platform seçimi konusunda tuzağa düşen Avanak Kuzenler olmuş, Ekşi Sözlüğe bir tema çalışması hazırlamışlar ve kendi paylarını, geçmişte tema yapmış her antipatik markanın aldığı kadar almışlar.
Zaten web sitesi ve SEO'ı olmayan zayıf bir film için sözlüğe tema yaparak son derece olumsuz yorumlara davetiye çıkarılması akıl alır değil.
Doğrusu çok eğlenceli yorumlar var.

İletişimin bu kadar körlemesine yapılması, bütçelerinin bu kadar bilinçsizce harcanması bana doğal olarak filmlerin yapımına, oyunculuğuna, kalitesine ne kadar özen ve ciddiyet gösterildiği hakkında da yeteri kadar fikir veriyor.

Elbette iletişimcileri bilmeden yargılamamak lazım, (kabul edilemez de olsa) ellerindeki ürüne inanmayan, ama başka çalışmalarda harikalar yaratmış bir ekibin işi de olabilir...

Ancak şunu kabul etmek gerekir; sinemada en son Batman: The Dark Knight'ı izleyen insanları salona sokmak için malesef harika iletişimden fazlasına (kaliteli bir ürüne) ihtiyaç var.

22 Eylül 2008 Pazartesi

Güç kelimesi; Devrim

Daha önce değişime uyum sağlamak ve Facebook tasarımının değişmesi'nden bahsetmiştik. Aslında, değişim diye bahsettiğimiz şey değişimden çok, bir alışkanlığı, bir norm'u mecburen (ya da nadiren, isteyerek) terk etmekti...

İnsanların çoğunun "Devrim" kelimesinden ödü kopar.

Çünkü sert bir dönüşümü, keskin bir değişimi simgeler. Belki de bu yüzden ders kitaplarında halen inkılap kelimesi kullanılır.
Değişim, bu kavramın en "light" söylemidir...

Sizi mevcut durumdan şikayet ettiren şey aslında değişim değil, değişimin sizin hayatınızda (bir ürün için kullanımında, ya da hizmet için iletişimde) yaratacağı etkidir.
Aynı frekansı, aynı tonu, aynı tadı yakalayamayacağınızdan dolayı yaşanan korku...


Dolayısıyla, bir devrim'in ihtiyacı olan şey aslında biraz zaman ve iyi bir iletişim'dir.

Öyle olmasaydı Mustafa Kemal Atatürk, 2008 yılında dahi sahip olduğu özgürlüklerinin tam olarak bilincinde olmayan bir milleti halifelik - sultanlık sisteminden uzaklaştıramaz, din - devlet işlerini birbirinden ayıramaz, seçme ve seçilme hakkı gibi temel özgürlüklere ikna edemezdi...

Hayatınızda ya da profesyonel yaşamınızda birşeyleri değiştirmeye niyetlendiyseniz, dışarıda bir sürü insanın değişimden korktuğunu ve hiç değişim istemediğini kendinize sık sık hatırlatın.
Özellikle de acele etmeyin.
Değiştirmeye çalıştığınız şey işlemeyen bir sistem, kurumsal kimlik ya da ambalaj dahi olsa...

18 Eylül 2008 Perşembe

Değişime uyum

Son zamanlarda herkesin tek derdi var; Yeni Facebook tasarımı.

"Back to old Facebook" butonu kalkınca bu durum bir anda bütün dertlerimizin önüne geçti, öyle ki bir çok insanın kişisel iletisinde yeni Facebook tasarımına lanet (hatta küfür) yağdırdığını ve bu konuda sızlandıklarını görüyorum.


Değişime direnç göstermek çoğunluğun tepkisidir.
Pek az insan yeniliği (gelişmeyi) benimseyebilir.
Benimseyenlerin çok daha azı da bundan kendine bir fayda çıkarır, onlara "innovator" diyoruz!

Alın size mikro bir iş fikri; Bir sürü insan eski Facebook için kıvranıyor, bir paravan web sitesi (ya da application) tasarlayıp Facebook'u eski haline getirebilirsiniz...


1 milyon müşteriniz şimdiden hazır...

16 Eylül 2008 Salı

Kurumsal Sosyal Sorumluluk kimin harcıdır?

Bugün Aylin'in blogunda Kurumsal Sosyal Sorumluluk ve Kallavi (!) Şirketler yazısını okudum. Yazdıklarımı okumaya başlamadan önce siz de mutlaka sözkonusu yazıyı okuyun...

Aylin soruyor; Kurumsal Sosyal Sorumluluk yalnızca büyük şirketlerin harcı mıdır?

Öncelikle Kurumsal Sosyal Sorumluluk kampanyalarının temelde duygusal iletişim çalışmaları olduğunu sürekli olarak hatırlayalım. Şirketler için; -Alınan ürünlerin belli meblağlarının karşılandığı kampanyalar dönemsel satış destek aktivitesi, -Bedelsiz okutulan çocuklar gelecekteki iletişim çalışmalarının cast'ı ya da şirket çalışanları,-Her tıklamaya belli bir ölçekte yardım göndermek database toplamakla eşdeğerdir.

Biraz daha basit ve mikro bir bakış açısıyla bakalım;
Ortalama maaşla çalışan bir kişi, yaşam standartlarına göre belki belli bir hacimde yardım yapabilir, ancak ses getirecek bir yardım yapamaz.Öte yandan, Seda Sayan televizyon programında her gün bir tır dolusu yardım göndereceğini ya da işsizlere iş vereceğini bas bas bağırabiliyor.

Ortalama maaşla çalışan bir insan geleceğini garanti altına almak için daha fazla (Maslow Piramidi'nde üst sıralara çıkmak için) çaba sarfederken, Seda Sayan kendini garantiye çoktan almış olmanın getirisiyle "kendini gerçekleştirme" eylemini "Sosyal Sorumlu" olduğunu göstererek yapıyor.

Şirketler de aynı şekilde tepki verirler.

Gelecekleri garanti altında olmayan, daha çok büyümek isteyen şirketler iletişimde öne çıkmak, kısa vadeli hedeflerini tutturmak zorundadırlar ki ayakta kalabilme savaşını verebilsinler.

Bugün ses getirecek bir sosyal sorumluluk kampanyası, küçük ve orta ölçekli şirketler için iletişimde mucize yaratmakla eşdeğerdir.
Çünkü bu tip ses getiren kampanyaların bütçeleri çoğunlukla, KOBİ'lerin fiziksel varlıklarının birkaç katı büyüklüğünde olmakta...

Çok az şirket küçük bütçelerle sosyal sorumluluk konusunda harikalar yaratabilir. (The Body Shop burada güzel bir örnektir). Ancak kabul etmek gerekir ki pek az firma bu innovasyon ve vizyon yeteneğine sahip...

12 Eylül 2008 Cuma

Sunum anlayışımız üzerine...

Haftanın sonuna doğru gördüğüm bu video beni hem güldürdü, hem de bir çok açıdan düşündürdü.

Sunumlarınızı önünüze açtığınız kağıtlardan mı okuyorsunuz?
Yoksa anlatmanız gereken herşeyi Powerpoint dokümanına yazarak dinleyicilerinize mi okutuyorsunuz?

Her iki durum da konuya hakim olmadığınızı göstereceği gibi, olası bir terslik (elektrik kesintisi, rüzgar vb.) sizi Kadir Topbaş'ın düştüğü duruma düşürebilir ve böyle amatörce bir davranış sergileyebilirsiniz...




Bu video haftasonu eğlencesi olsun.
Çıkaracağımız hisse de sunumlarda konulara hakim, metinlere bağlı kalmamak olsun.

10 Eylül 2008 Çarşamba

Sponsorluk dosyası hazırlamak için ipuçları

Sponsorluk için kapı kapı dolaşanlara tüyo olacak bir sunum hazırladım.

İçerisinde sponsorluk dosyası hazırlamak için gerekli maddeleri içeren ciddi bir enformasyon bombardımanı yok. Sponsorluk etkinlikleri, kişiler, şekilleri ve kapsamları göreceli olduğundan, bunları listelemek anlamsız olacaktır...

Dolayısıyla bu sunumda kendinizi ifade edebilmeniz için ipuçları ve insight'lar bulacaksınız.

Sunumu saklamak isteyenler Slideshare üzerinden bilgisayarlarına indirebilirler. Yararlı olacağını umuyorum...

Sponsor arıyorum...
View SlideShare presentation or Upload your own. (tags: pazarlama iletişim)

Dipnot: Bu aslında, bütünselliğini biraz konuşmayla yakalayacak bir sahne sunumu. Eklemeleriniz ve eksik gördükleriniz varsa lütfen paylaşın, sunumu mükemmelleştirelim.

8 Eylül 2008 Pazartesi

Outbore

Her gün işine ya da okuluna gitmek için trafik sıkıntısı çeken onbinlerce insan...
Elinde poşetleriyle alışverişini bitirip bir an evvel evine dönmek isteyenler...
Otobüsün camına kafasını yaslamış, dışarıya boş gözlerle bakanlar...

Ortak noktaları, yollarda zaman kaybetmeleri. Ve gözlerinin outdoor çalışmalara takılması.


Bu çalışmaya takılır mı peki?
Resmini çekmeme rağmen okuyamadım. Yolda durup okuyanınız var mı?

Büyük bütçelerle bu kadar sıkıcı işler yapmayı nasıl beceriyorlar anlamıyorum. Elbette bu, henüz başlangıç, hemen yargıya varmamak lazım ama...
Ben yine de bu çalışmayı "Outbore" diye nitelendirmek istiyorum.

2 Eylül 2008 Salı

Mazeret

Hiç sevmem, ancak affınıza sığınarak...

Cuma'dan Salı gününe kadar kafamı toparlamak, tazelenmek ve yeni fikirler üretebilmek için yıllık iznimin bir bölümünü kullandım.

Tatilden önce ve tatil boyunca yaşadığım bazı aksilikler / fiziksel kazalar yetmemiş olacak, hepsinin üzerine bugün de bir motorsiklet kazası geçirdim.

Başıma gelenleri sorgulayan bir zihin, bozuk bir moral, dinlenmekten ziyade yorulmuş bir bünye, irili ufaklı ezikler / morluklar ve dağılmış bir motorsiklet kaldı geriye.

Bunları mazeret göstererek haftasonuna kadar biraz ara vereceğimi bildirmek istedim, hepsi bu.

Hepinize kazasız belasız günler dilerim...