29 Nisan 2008 Salı

Değişime uyum sağlamak

Beşiktaş Belediyesi, meydandaki sabit pazarı yıktığından beri Beşiktaş'ta her köşe başında bir manav görür olduk. Yalnızca benim oturduğum mahallede bile 7 tane manav sayabiliyorum.
Hepsi de bu işi öğrenmiş gibi, dükkanlarını ışıl ışıl aydınlatarak, renkli görseller kullanarak süslüyorlar. Bu görselliğe rağmen yine de, bir tanesi hariç hepsi oldukça sıradan.

Bir-iki ay öncesine kadar kocaman bir sabit pazarda senelerdir yerinde duruyor, müşteri çekmeye çalışmıyor, müşteriye ürünü istediğin fiyattan verebiliyor, hizmeti istediğin gibi sunabiliyorsun, ve...

BUM! Yeni kurallar!

Pazar yıkılıyor, kendine yeni bir yer buluyorsun, vitrinini insanları cezbedecek şekilde düzenliyorsun, fiyatlarda esnek davranabiliyor, sunduğun hizmeti genişletiyorsun, hatta kişisel görüntüne bile özen gösteriyor, müşteriyle diyaloğunu artırıyorsun.

Bunu niye anlatıyorum?

Geçen gün eve giderken bahsettiğim manavlardan birine girdim. Gördüğüm ilgiden öte, çıkarken bana, evlere servis yaptıklarını söylemesi ve kendileri için yaptırdıkları magnet'i vererek kendini pazarlaması beni şaşırttı. Hatta elimde başka şeyler olduğundan yardım etmeyi dahi teklif ettiler.
Beşiktaş'taki diğer manavlara kıyasla oldukça farklı bir yaklaşım.

Değişime direnmek yerine, bunu bir fırsat olarak görüp rüzgarı arkalarına alanlar ayakta kalacak. Değişen çevre şartlarına uyum sağlayarak misyonunu genişleten bu manav gibi.

Yalnızca bu örneğe değil, bizzat tecrübe ettiğiniz ve unutamadığınız başka örneklere de bakın. Mutlaka beklentiniz olan, klasik yaklaşımın ötesinde birşeyler görmüşsünüzdür.
Meyvemi sebzemi alacağım yeri seçeceğim hiç aklıma gelmezdi.

27 Nisan 2008 Pazar

Teknosa Asist iletişimi ve gerçekler

Şu Teknosa'nın yaptığı iletişim beni düşündürdüğü kadar başkalarını da düşündürüyor mudur merak ediyorum?



Teknosa bu reklam filminde de yapmadığı 3 şeyin vaadini vermekten geri durmuyor;
-İade,
-Ürün Değişimi,
-Garanti Hizmetleri

Üretim yapan firmalar için aynı şeyi söylemem pek mümkün değil, ancak hizmet sektöründeyseniz memnuniyet bir vaat değil, bir norm olmalıdır!

Bu reklam televizyonda dönüyorken bakalım Teknosa'larda gerçekten neler oluyor;
-Memnun kalınmayan ürün değiştirilmiyor
-Ayıplı ürün geri alınmıyor
-Profesyonelliğe sığmayacak bir satış yapılıyor
-Garantisi süren ürün için fiş isteniyor
-Hizmet verilmiyor
-Tüketiciye kaba davranılıyor
-Ya yalan vaatler veriliyor, ya da çalışanlar bilgilendirilmiyor
-Tüketici mahkemesinin kararları dahi hiçe sayılıyor

Gördüğünüz gibi, neresinden tutsanız elinizde kalıyor.

Bilindiği üzere 10 memnuniyetsiz tüketiciden yalnızca 1'i firmayla temasa geçerek şikayet bildiriminde bulunuyor.
Yani bütün bunlar bir buzdağının görünen kısmı. Geri kalan memnuniyetsizlik oranını bir düşünün.

Bunca memnuniyetsizlik üzerine kitlesel mecralar üzerinden güven inşa etmeye çalışıyor Teknosa. Düşününce mantıklı geliyor, zira çizgi altı iletişimde karşı karşıya kaldığı kitle teknoloji alışverişi konusunda son derece bilinçli, bilgiye erişimi yüksek insanlar.
Fiyat politikası ve hizmet olanaklarının kısıtlılığını bilen insanlara konuşmak yerine kitlesel mecralarla daha farklı bir yelpazeye seslenmeye çalışmasında bir problem görmüyorum.

Sorun, hangi seviyede olursa olsun, insanların, verilmeyen (ya da verilmek istenmeyen) hizmetlerin vaadiyle göz göre göre yanıltılması, hatta aptal yerine konulması.

Dipnot: Burada bir markanın teröristliğini yapmak istemiyorum, ama yakın çevremdeki insanları çevrede yaşanan olumsuzluklara karşı hep uyarırım. Bir çok yazımdan farklı olarak, değerlendirmemi yaptıktan sonra etik dışı gördüğüm bu tutumu size de aktarıp uyarmak istedim.

24 Nisan 2008 Perşembe

Axe Akademi

Deodorant olarak beni çok cezbeden bir marka olmasa da Axe, dünya çapında yaptığı iletişimle bende bir Lovemark oldu bile.

Hiçbirine takılmasak dahi, Lynx Jet kampanyası bile Lovemark olması için başlı başına yeterli olurdu diye düşünüyorum.




Axe'ın Türkiye'deki muhafazakarlığını eleştirdiğim oldu. Ancak görüyorum ki BTL işlerde Axe bu muhafazakar algıyı kırmaya çalışıyor.


Dün Caddebostan barlar sokağı'nda şu ilanlar gözüme çarptı. Öncelikle mecra ve mekan seçimini çok doğru bulduğumu söylemeliyim. Buraya kadar harika, ancak Axe Akademi'nin web ayağına baktığımızda bizi yetersiz bir bilgilendirme karşılıyor. İlla ki arayacağız ve Axe için database olacağız.

Nasıl bir şey yapacaklarını merak etmiyor değilim, ama database olma fikri bir iletişimci olarak pek cazip gelmiyor doğrusu! Katılım için bir telefon numarası vermeselerdi teaser olduğunu düşünürdüm. Keşke web'de daha fazla bilgilendirme olsaydı.
1 Mayıs'tan sonra neler yapacaklarını görmek için sabırsızlanıyorum.

17 Nisan 2008 Perşembe

Vivident Aquagum

Bazen ürün yöneticilerini anlamakta zorluk çekiyorum. Gerçekten.

Düşünün, masanızda oturduğunuz bir gün ürün yöneticisi gelip diyecek ki;

"Süper bir fikrimiz var! Susuzluğu bastıran sakız yapalım!"

İletişimci olarak cevabınızın;
"Susuzluğu bastırmak iyi bir fikir mi?"
olması gerekmez mi?

Vivident'tekiler için cevap bu olmamış.

Bugün bütün doktorlar, beslenme uzmanları, hatta sağlığına özen gösteren herkes su içmenin vücuda faydaları hakkında bas bas bağırır, insanlar ellerinde su şişeleriyle sokaklarda gezinirken sen git, susuzluğu bastıracak sakız için arge yap, üzerinde düşünüp fikirler üret, medya satın alması yapıp reklamlarını döndür, dergilere gir...


Fotoğrafını çektiğim ilanın yayınlandığı dergi Men's Health.
Okuyucu kitlesinin, su içmenin ne anlama geldiğini çok iyi bilen kimseler olduğunu da unutmuşlar üstelik.

Mecrayı bir kenara bırakalım, ürün konusunda sıkıntıya girmiş ya da gerçekten "susuzluğu bastırma" kulaklarına dünyanın en orijinal fikri gibi gelmiş olabilir ama, uzun zamandır gördüğüm en absürd fikirlerden birisi oldu bile.

Umarım biraz kafalarını kaldırıp dünyayı görebilirler.

14 Nisan 2008 Pazartesi

Viva la Carnivale!

Bir çok sıradan insanın en çok sevdiği günlerdir Cuma, Cumartesi, Pazar... Ne kadar çok insan, taaa Pazartesi sabahından bekler bu üç günün gelmesini...
Hayret ederim, günlerimiz daha çabuk bitsin diye yakılan ağıtlara benzer haftaiçi serzenişleri.

Halbuki eğlenmesini ve mutlu olmasını bilene Salı da muhteşem bir gündür, Perşembe de...
Saatten de anlaşılacağı üzere, Pazartesi'yi kapıda karşılayanlardanım. Bu haftanın ilk sözünü erkenden tutuyorum...


Pazarlama Blogları Karnavalı'na bu hafta ev sahipliğini aklımda mevcut bulunan farklı bir sunumla yapmak isterdim. Ancak yeni tecrübelere, yeni heyecanlara çok yakın olduğum şu günlerde, bir çok konudaki kararsızlıklarımdan arınmama rağmen, meşguliyetlerimden kurtulamamış olmak beni standart bir yazı yazmaya itti. Buyrun başlayalım okumaya, kimler, yakın zamanda ne demiş blogosferimizde;

Önceliği şafağı karanlık olan yeni asker Hüseyin'e verelim. Kendisi "Ay akşamdan ışıktır" diyerek askerlik hizmetini tamamlamak üzere bir süreliğine aramıza veda ediyor. Kendisine şimdiden hayırlı tezkereler diliyorum...

Özgür, jenerik marka olmanın avantaj ve dezavantajlarını sıralamış. Duşakabin markasının tescil sorunu yaşaması ve pazardan çekilmesi gibi daha önce duymadığım enteresan örnekler var.

Emine, Wings'in bir dergi sayfası içerisinde yayınlanan ilanının analizini yapıp biraz da hafiften ti'ye alıyor. Bence de biraz... Garip.

Burcu utanıyorum! diye haykırıyor. Haksız da sayılmaz. Şahit olduğu durum ve hayvanlara uygulanan anlamsız şiddetin boyutları gerçekten düşündürücü ve utanç verici. Uygulanan şiddet hayvanlara olmasa da benzer bir utancı bugünlerde ulusça yaşıyoruz.

Bu afiş ne demek istiyor? diye soruyor Briefistan ekibi. Bir süredir ne demek istediği tartışılan afişe bir de siz göz atın bakalım, ne demek istiyor?

Cengiz, Y kuşağı ve İnsan Kaynakları başlıklı yazısında biz Y kuşağı'nın, X kuşağı mensubu yöneticilerle yaşadığı sıkıntıları ve iş değiştirmedeki devir hızımızı açıklıyor. Benim de zaman zaman tecrübe ettiğim Y kuşağı önermeleri oldukça doğru.
Nasıl viral video yapılır? Alemşah, viral pazarlamanın varlığından haberdar olan herkesin bilmek istediği bir cevabı bizlerle paylaşmış. Bir videoyu viral değerinde formata sokmak için gerekenler ve ardından uygulanacak metotlar sıralanmış. Keşke bir de viral olacağına dair garantisi olsa!

Kaç sefer, yeni tanıştığınız insanlar için peşin hükümler vermişsinizdir? Bunun adı önyargı mıdır, yoksa istemeden yaptığımız bir çeşit kategorizasyon mu? Farkında olmadığımız halde, aslında aynı şeyi markalar için de yaptığımızı iddia ediyor Selim Tuncer. Ben de kendisine katılmadan edemiyorum.

Onur bu hafta bir viral video paylaşmış; Gmail nasıl kullanılır? Saatchi tarafından yapılan video gerçekten çok eğlenceli. Bu videonun gerçek izlenme rakamını çok merak ettim, bunca zahmete değmiş midir sizce?

Münteha Mangan 21 Nisan'da yapılacak "İstanbul Öğrenci Kulüpleri Buluşması"nı hazırlanan el ilanını yayınlayarak blog üzerinden duyuruyor.

Benim de haftaya yapacağım bir sunum için bugünlerde benzer bir anlatım formatı üzerinde çalıştığım çok güzel bir sunumu paylaşmış Murat Kaya, buyrun buradan.

Gökçen Karan, nam-ı diğer Vlogger, Altın Örümcek ödül gecesinden bir video yayınlıyor bu hafta.

Son durağımız aynı zamanda karnavalın da son durağı olacak olan Fikir Atölyesi. Tunç Kılınç benim her daim aklımdan geçirdiğim bir düşünce şeklini yazıyla ifade etmeye çalışmış Tören!de. Sevdiklerin kıymetini onları kaybetmeden bilmek lazım...

Umarım ev sahipliğim herkesi memnun edebilmiştir. Herkese güneşli ve eğlenceli bir hafta diliyorum!

12 Nisan 2008 Cumartesi

Sponsorluk için etkinlik seçerken...

(Bu yazıyı yazmak için daha uygun bir zaman olamazdı herhalde. Önümüz 23 Nisan ve bu hafta pazarlama blogları karnavalına ev sahipliğini ben yapacağım... Bu sayede bu yazının daha fazla insana ulaşacağını umut ediyorum.)

Bir telefon geliyor, X kulübünden...
"Düzenleyeceğimiz etkinlikte "celebrity"ler jüri olacaklar, en iyi X'i seçecekler, bize sponsor olur musunuz?"
Ardından özel istekler geliyor.

"Ama lütfen şöyle olsun böyle olsun, çünkü ünlüler gelecek... Lütfen özenle hazırlansın çünkü ünlü isimler... (umursayacağımı düşünerek isim sayıyor) ...Biraz çabuk halledebilirsek, çünkü ünlü insanlar..."


Bu görüşme ardından çok değil, 10 dakika sonra başka bir telefon.
"Engelli çocuklar için 23 Nisan şenliği düzenliyoruz..." diyerek sponsorluk teklifi ediyor mahcup bir ses.
"Yardım yapabilirseniz çok seviniriz, çocukları da sevindiririz. Desteğe çok ihtiyacımız var."


Az önceki iğrenç, arsız sesten sonra ben mahcup oluyorum.


Blogumu takip eden ve elinden sponsorluk onayları geçen birileri var mıdır bilemiyorum. Şayet varsa, rica ediyorum; Saçma sapan organizasyonlara sponsor olup, sosyal yardım kuruluşlarının etkinliklerini görmezden gelmeyin!

Abuk sabuk rotary kulüplerine sponsor olmak, hizmet verdiğiniz markalara ve insanlığınıza hiç bir şey katmayacağı gibi, alım gücü zaten çok yüksek olan bir sürü gereksiz, kapris kuyusu insanı da memnun edemeyeceksiniz!


Fazla uzatmayacağım. Linki takip edin, anlatmak istediklerimin çoğu orada fotoğraflarla anlatılmış.

Hayatta herşey satır-sütun-santim hesabı, PR, sponsorluk, event değildir. Bazen insan olduğumuzu hatırlamak, sevinmeye muhtaç olanlara maddi-manevi destek vermek te gerekir.

9 Nisan 2008 Çarşamba

Bonus Trink Taksi


İşte ders niteliğinde bir vaka. Yarım saat kadar önce bir taksinin üzerindeki baskı sayesinde Bonus Trink Taksi uygulamasından haberim oldu, ancak araba kullandığım için fotoğrafını çekemedim.

Uygulama şöyle; Taksiye biniyorsunuz ve istediğiniz yerde inerken tek yapmanız gereken şey Bonus Trink'inizi okutmak. Hepsi bu. Bozuk derdi yok, beklemek yok, para üstü beklerken trafiği aksatmak yok.


Gördüğümde inanılmaz bir heyecan ve merak yarattı gerçekten.
Bunun üzerine elimde olmadan Garanti Bankası'nın neden bu kadar başarılı (ve hem algıda hem gerçekte 1 numaralı hizmet veren) bir banka olduğunu düşündüm. Vardığım sonuçlar;

  • "İnsanlara nasıl daha fazla kredi kartı kullandırırız" şeklinde değil, "Dijital paranın kullanım alanını nasıl genişletebiliriz?" diye düşünen bir yaklaşımda olmaları,
  • Abuk sabuk programlar yaratıp zaten karmaşık olan banka işlem süreçlerini iyice anlaşılmaz hale sokmayıp, "Müşterilerimizin hayatını nasıl daha kolay hale getiririz?" şeklinde düşünmeleri,
  • En önemlisi de, yenilikçi duruşlarını hem iletişimde hem de müşterilerine sundukları hizmetlerde defalarca kez kanıtlamaları bu bankaya başarıyı getiriyor.

Garanti Bankası'nı Bonus Trink Taksi girişiminden ötürü tebrik ediyor ve ileride bizi bekleyen sürprizlerini, hem hizmetlerden yararlanacak bir müşteri, hem de vizyoner bakış açısından ilham alacak bir pazarlama iletişimcisi olarak merakla bekliyorum.

5 Nisan 2008 Cumartesi

Fonksiyonel ürünlerin iletişim eksiği

Doğadan vakası çok konuşuldu, o yüzden ben de aynı şekilde bahsetmeyeceğim, Dimes vakasını hatırlayanlar benzer özellikleri hemen farkedeceklerdir zaten. Ben Doğadan'ın olması gerektiği "fayda - fonksiyonel ürün" niteliğinin neden vurgulanmadığı üzerine bir iki şey söylemek istiyorum.

Dedik ki Doğadan bitki çayı markasıdır... Bu gayet açık.
Peki, bitki çaylarının faydasını herkes biliyor mu?
Demek istediğim, hangi bitki çayının ne fonsiyonu var? Hangisi, neye iyi geliyor? Bilen var mı?

Pek az kimse.

Ürünlerin fonksiyonları - faydaları web sitesine yazılmış, ama tüketiciyle esas temasta olduğu yer satış noktası. Dolayısıyla bu faydaları tüketiciye orada anlatmalılar. Ambalajların üzerine 3-4 kelimelik "hard sell" bir cümle yazılsa ("uykusuzluğa son" gibi), ürün, tüketici için daha çok anlam ifade edecektir.

Bugün, örneğin, Rezene Çayı tüketiciye bir anlam ifade etse, bir rahatsızlığa (mide-bağırsak ağrısı) çözüm önerisi olarak ambalajların üzerinde belirtilse, satışlarda artış olur mu? Ben olacağına inanıyorum.

Doğadan, son lansmanında da bildiğimiz çay'a Siyah Çay diyor. Evet, Türk insanının bildiği ve içtiği çayın adı gerçekten de Siyah Çay, ama kaçımız çayı bu şekilde anıyoruz?
Biz aynı zamanda tüketiciyiz, ve bu ifade tüketici için bir anlam ifade etmiyor.

Fonksiyonel ürünlere sahip markaların problemi aslında tam da bu. Tıkırdatanlar ve Dinleyenler'de olduğu gibi, kendi bildikleri faydaları dışarıdaki herkesin bildiğini sanmak bir yanlışa kapılıyorlar.

1 Nisan 2008 Salı

İzmir'de iletişimde sınıfta kaldı

Expo 2015 nedir?

Kaç kere duydunuz?
Peki bu organizasyon hakkında ne biliyorsunuz?
5 dakikanızı ayırıp webden araştırma yaptınız mı?
Yoksa yalnızca elinize geçen forward maillerden duyduğunuz kadarını mı biliyorsunuz?

Geçtiğimiz aylarda İletişim Bakanlığı kurulsun dediğimde, aslında kastettiğim tam da bu gibi işlerdeki tutarlılıkları takip edip, geleneksel söylemlerin dışında hareket edebilmek, gerektiği gibi kamuoyunu bilgilendirme amaçlı bir organizasyon kurulmasıydı. Yorumcu bir arkadaş bunu bir propoganda mecrası gibi görüp Nazi döneminde uygulanan metotlara benzetti.

Benzer yaklaşımlarla ve "işimizi şansa bırakmak" ile, diğer ülkeler arabaya biniyorken biz hala yaya yürüyor olacağız.

En acısı da, Milano, adaylığı açıklandıktan hemen sonra iletişim faaliyetlerine başladı. Çünkü bunun uzun vadeli bir yatırım olduğunun farkındaydılar.
Ancak İzmir için yapılan iletişim çalışmaları (kaba tabirle "yumurta kapıya dayanınca") sadece 4 gün önce başladı.
Herşey bir yana, bir çok kişi, duyarlı bir vatandaşın alelacele yazdığı bir mail'in zincirleme forward edilmesi vasıtasıyla bu etkinliğin varlığından haberdar oldu. Expo 2015 ile kimseler ilgilenmedi, tabir-i caizse "öksüz kaldı".
Ben burada bir sürü yanlış görüyorum, ama Can Dündar'ın konu hakkındaki yazısını okuduktan sonra bakın bakalım başka hangi yanlışları göreceksiniz?

Pazarlama profesyonelleri bile iletişimin bütünleşik ve uzun vadeli yaklaşımlarından bi'haberken, politikacıların bunu bilmesini beklemek ütopik olur. Birilerinin bunu yapması gerekiyor...
Üzerine fazla düşünmek istemiyorum, çünkü başka ülkeler iletişim faaliyetlerini, içerisinde bulundukları durumlara uygun, farklı vaatlerle başarıyla sürdürebiliyor. Bizim hala her durumda elimizdeki doğal nimetlerden medet ummamızı ve başka bir değer sunamamamızı ise çok zavallıca buluyorum.