30 Haziran 2008 Pazartesi

Yarın hayatınızda...

Madem konu DtbD?'a geldi ve madem Haziran ayını terkediyoruz, o zaman bir farklılık yapıp kendimizi sorguayalım;




Dare to be Different? olmasa...

Şu andan itibaren yazmaya tamamen son verme kararı alsam... Yaşadıklarımdan çıkardığım dersleri, önerdiğim insight'ları, zaman zaman dışarı çıkıp gözüme çarpan in-store ve outdoor uygulamaların fotoğraflarını paylaşmayı durdursam... Blogosferi terk etsem...


Bu blogun yazılarını özler misiniz? Yoksa umrunuzda olmaz mı?

Özel günler

Blog yazmaya başlayalı 1 sene 2 gün olmuş.
Yani yine "özel bir gün"ü kaçırmışım.

Özel günleri hatırlamakta hep sorun yaşadım; belki bana o kadar da özel gelmedikleri içindir.

Yaşgünleri, yıldönümleri ve diğer "özel günler"...

Bu kayıtsızlığın nedeni, zaten ilgilendiğim (ya da ilgilenmediğim) insanlara yeterli özeni zaten gösterdiğimden olabilir.
Sizinle paylaşımı özel günlerden ibaret olan insanların doğum gününüzü kutlaması sizin için bir şey ifade eder mi?
Hep yanınızda olan insanların bu tip günleri hatırlaması gerekir mi?

Benim her iki soruya da cevabım; hayır!

DtbD? için (ilk zamanlardaki kadar olmasa da!) yeterli özeni gösterdiğimi düşünüyorum.
Umarım siz de öyle düşünüyorsunuzdur.

27 Haziran 2008 Cuma

Bilginin yayılma hızı


Kuruluş: Haz 20, 2008 23:10pm
Haz 20
, 2008 23:40pm 1,230 Üye

Haz 21
, 2008 23:10pm 26,511 Üye

Haz 22
, 2008 23:10pm 52,705 Üye

Haz 23
, 2008 23:10pm 78,423 Üye

Haz 24
, 2008 23:10pm 98,892 Üye

Bu veri bir Facebook grubundan alındı.
Benim bu yazıyı yazarken gördüğüm üye sayısı ise 128,046 seviyesinde.
Ertesi gün bu sayı rahatlıkla 13,000'i geçmiş olacaktır.
İşte size, sosyal ağların ve sosyal medyanın bilgiyi yayma gücü!

Konuşulan elbette ki büyük bir hikayesi olan milli takımımız.
Ancak, bir de bu gücü markanız için kullanabildiğinizi düşünün!

Ya da daha karanlık bir şekilde kullanıp, rakibinizi karalamak için kullandığınızı!

Elbette ki, markanızın (ya da rakiplerinizin) anlatacak birşeyleri varsa...

25 Haziran 2008 Çarşamba

Fonksiyonellik ne kadar önemli?

Uğur Özmen'in Müşteri Tecrübesi Yönetimi adlı yazısını okuyunca uzun zamandır değinmek istediğim bir konu aklıma geldi.


Şehirhatları vapurlarını İDO'ya devrettikleri günlerde Şehirhatları çalışanları önce iş yavaşlatmış, sonra çeşitli boykotlar yapmış, son olarak ta insanlarla iletişime geçip dikkat çekerek, insanlara bu devir-teslim'den dolayı işsiz kalacaklarını duygusal bir mesaj olarak iletmeye çalışmışlardı.

Bunu, iskelede gül dağıtarak başarmaya çalıştılar...

Elbette birçok insan, daha bir ay öncesinden iş yavaşlatma eylemine girip kendilerini canlarından bezdiren, somurtkan yüzlerle karşılayan ve kaba davranan bu kimselerin elinden bu gülleri almadı.

Geçtiğimiz günlerde vapura bindiğimde hatırladığım bu nafile çabanın, iş işten geçtikten sonra tüketiciyle duygusal bağ kurmaya çalışmaktan hiçbir farkı yok.

Yıllarca pis, bakımsız ve sahipsiz kalan şehirhatları vapurları bugün nispeten daha bakımlı, temiz ve güleryüzlü bir personel tarafından idare ediliyor.

Bu bağlamda şöyle demekte sakınca yok herhalde; ürün/hizmet alırken yalnız fonksiyonelliğine önem verseydik muhtemelen aynı ekip işinin başında olurdu.
Deniz taşımacılığı bugün insanlara yalnız trafikten kurtulmak için alternatif bir çözüm olmak yerine aynı zamanda (kısmen de olsa!) bir keyif aracı olarak sunuluyor. İnsanları getirip götürmekten bir adım ötede yani.

Kim ne derse desin, tüketicilere ne sunduğunuzdan ziyade, kurduğunuz diyalog ve çözüm için gösterdiğiniz yaklaşım önemlidir.
Öyle olmasaydı yaygın dağıtım ağına sahip olan PTT halen pazara hakim olur, telefonla rahatça ulaştığımız kargo şirketleri bu denli gelişemezdi.

22 Haziran 2008 Pazar

Ekşi Sözlük'e reklam vermek

İyi bir iş yaptığınızdan emin misiniz?
Peki, işinizi iyi yaptığınızdan?

Emin değilseniz, nerelere girip nerelerden uzak durmanız gerektiğini bilmeniz gerekmez mi?
Mesela, sosyal ağlardan, sosyal medyadan...

Bu haftanın şakası olsun TTnet'in Ekşi Sözlüğe verdiği reklam...

Geri kalan entry'leri ve TTnet hakkındaki feedback'leri mutlaka okuyun.
Hatta TTnet'te çalışan yakınlarınz varsa onlarla da paylaşın.
Bu aralar epey para harcıyorlar, bari birileri rüyadan uyandırsın...

19 Haziran 2008 Perşembe

Durmasını bilmek

Kaskın içerisindeki yüzü tanıyabildiniz mi?

Kendisi ex-F1 kralı Schumacher.
F1 pistlerinden çekildikten sonra bu sefer motorsiklet üzerine geçmiş.
Yine hız içerdiği düşünülürse, başarılı olacağı düşünülebilir, değil mi?
Pek öyle olmamış.
İyi ürüne/hizmete sahip yöneticilerin aynı başarıyı kategori dışında da yakalayacaklarını düşünmelerine benzettim bu düşüşü...

F1'de efsane olmuşsanız, başka bir dalda -tabir-i caizse- "karizmayı çizdirmemek" önemli olmaz mı?
Aynı şekilde, bir kategoride liderseniz, aynı markayla başka bir kategoride de lider olacağınızı düşünüp daldan dala atlar mısınız?

Şuursuzca line extension yapmadan önce bir durup soluklanmak, piyasanın hazmını beklemek, hatta yeni konsept oluşturmak en iyisidir.
Ancak pratiğe dönersek, malesef eskide kalan (genç/yaşlı) kafalara bunu uygulatmak kolay olmuyor.

18 Haziran 2008 Çarşamba

Öfkeli bir lider

Futbolla çok aram olmadığından Euro 2008 maçlarını takip etmiyorum. Ancak ister istemez, mesaj bombardımanından nasibimi alıyor ve günün başlıklarını okuyorum.


Bugünün gündem maddesi Fatih Terim olmuş.
Çek Cumhuriyeti maçının ardından düzenlediği basın toplantısını, sanki basın mensuplarını azarlamak üzere kurgulaması ve bu üslubun etkileri tartışılıyor.
Futbol konusunda ahkam kesemem. İletişimci olarak düşününce ise, bir liderin bu tip fevri çıkışlar yapmasını doğru bulmuyorum.

Yönettiğiniz bir takımdan öte, temsil ettiğiniz bir ülke varken hiç doğru bulmuyorum.

Ancak, futbol rüzgarı Terim'in ardından estiğinden, sokaktaki vatandaş Terim'in arkasında duruyor.
Hırvatistan maçında mucize gerçekleşmeyip son dakikalarda goller gelmezse Terim için Poyraz esmeye başlar.

Bu tip fevri çıkışlar yapan bir "lider"in oyuncusunun da benzer tavırlarda bulunması bizi şaşırtıp öfkelendirmemeli.
Etrafınızda bu tip bir yönetici altında çalışan ve agresif tavırlar sergileyen insanlara sinirlenmemelisiniz.
Etki-Tepki meselesidir.

Belki Fatih Terim doğru olanı yapıyordur.
Zira, benzer tavırlara sahip, "lider" sıfatı yakıştırılan başka bir örnek daha var.
Onun tavırlarını düşündükçe millet olarak "azar hazmetme" toleransımıza gülüyorum.
Ancak toplumda yarattığı tahribata da üzülüyorum...
Dipnot: "Susmak bazen en iyi cevaptır" derler. Belki bir süre susmak (iletişim açısından) ikisine de iyi gelebilir.

16 Haziran 2008 Pazartesi

Superfresh - Yemişim Kaloriyi!

Siz de rastladınız mı bilmiyorum, ancak beni inanılmaz rahatsız eden bir ilanı paylaşmak istedim. Böyle ilanlar gördüğümde ajansa kızmıyorum, gerçekten!

Bunun altına imza atan ürün/marka yöneticisine ya da pazarlama uzmanlarına kızıyorum.
Bugün herkes sağlık sorunları yüzünden kızartmalardan uzak durmaya çalışırken, bir de tam yaz mevsimi, herkesin kilo vermek için çabaladığı dönemlerde "yüksek kalori"nin bu şekilde vurgulamanın anlamını çözemedim.

Kendi bindiğimiz dalı baltalamaktan farksız görünüyor.

"Yemişim kaloriyi!", "Hayata bir kez geliyoruz" gibi sıcak bir metinle desteklenmiş. Doğru, hayata bir kez geliyoruz. Bir kez geldiğimiz hayatı, damarlarımı erken yaşta tıkamadan, kolesterolümü yükseltmeden, sağlıklı bir şekilde yaşamak istiyorum.

Dolayısıyla bu ilanın hardcopy'sini çalışma masamın yanında duran yapışkan panoma asıp sürekli gözümün önünde tutacağım.
Niye mi?
Bana kızartmaların mide bulandırıcılığının (fiziksel -ve bu ilanla- zihinsel) boyutunu sürekli hatırlatsın diye.

Dipnot: Superfresh'in bu şaşkınlığıyla aynı ilanı Men's Health'te de yayınlamasını bekliyorum. O zaman daha eğlenceli bir yazı yazacağım.


9 Haziran 2008 Pazartesi

Kategori isminden marka üretmek

Uzun zamandır kategori isminden üretilen markalar ve başarıları hakkında düşünüyorum. Henüz kesin bir yargıya varmış değilim, ancak baskın bir fikrim var.


Hem perakende zinciri kuruyor hem üretim yapıyorsunuz, marka da Yeşil Kundura mesela...
Migros, Carrefour, Boyner, Teknosa... Bunlar oldu, Yeşil Kundura niye sırıtıyor?
Çünkü kundura çirkin bir isim. Anlamı da "cool" birşeyler çağrıştırmıyor.
Bakın Kundura'nın sözlük tanımı neymiş; "Kaba işlenmiş, bağsız, konçsuz ayakkabı".
Ayakkabı üretseniz/satsanız böyle bir sıfatı markanızın yanına yakıştırır mısınız?

Bu çok uç bir örnek.
Kahve Dünyası diyelim.
Kahve Dünyası denince benim aklıma kahveden çok çikolatala çeşmeleri, fondüler ve drajeleri geliyor.
Yani o "dünya" bana göre çikolata etrafında dönüyor.
Kahve Dünyası'nın adı tek heceli türetilmiş bir kelime olsaydı marka iletişimi adına bulunduğu yerden daha önde olabilir miydi? Bence evet.

Zeki Triko için de aynı şeyleri düşünüyorum...
Bugün karar alıp marka adını "Zeki" yapsa, eminim sonuca Başeskioğlu da şaşıracaktır.

Sizin aklınızda, kategori ismine sahip olup, değişime uğrasa başarı artıracak marka var mı?

6 Haziran 2008 Cuma

Siyasal iletişim (ve değişim)

Bugün Habertürk'te Nuran Yıldız'ın yazısını okuduğumda aklıma, geçtiğimiz günlerde Origin of the Brands blogunda okuduğum başka bir yazı geldi.

OotB'de 3 senatörün seçim kampanya sloganları görseller üzerinden incelenmiş.


Lobi desteği, kapalı kapılar arkasında dönen dolaplar haricinde, yalnız iletişim boyutundan bakarsak, hangisinin iletişiminin daha başarılı yürütüldüğü konusunda rahatlıkla fikir sahibi olabiliyoruz.

McCain'de zaten bir vaat yok, Cumhuriyetçi cephenin öne sürecek adayı olmadığından ipi göğüsledi. Hillary slogan karmaşası yaşarken bir yandan da çok agresif bir şekilde Obama'ya çeşitli sözlü saldırılarda bulundu. Yetmedi, Obama'nın dini inançları - etnik kökeni hakkında başarısız spekülatif basın bildirilerinde bulundu ve kendi ipini çekmiş oldu (bu örnekte aklıma bizden, adını dahi anmak istemediğim bir siyasi geldi).

Obama, tek bir vaat üzerinden iletişimi yürüttü. Change. Basit, rakiplerin açıkları üzerinden iletişim yapmayan, ne söylediği ortada ve iletişim açısından her yere çekilebilecek bir slogan. Öyle ki, Obama'nın yaptığı bir konuşma derlenip şarkı yapıldı ve youtube'da viral video haline dahi geldi. Nihayetinde, şu an başkan adayı.


Siyasetimize baktığımızda, (alternatifsizliğimizin yanında) mesaj karmaşasını rahatlıkla görebiliyoruz. Toplum olarak iletişimde bu kadar zayıf olmamız, bizim, karizma yoksunu, konuşma yapmayı dahi beceremeyen siyasilerimizin oldukça işine geliyordur, ne dersiniz?

3 Haziran 2008 Salı

Perspektif değiştirmek işe yarayabilir

Geçenlerde bir dostum yakındı; "Şirkette anlamadığım işleri bana devrediyorlar!" diye.
Zaman zaman herkes bu tip durumlarla karşılaşabilir. Benim de başıma geliyor.

Bunun iki çözümü var;

  • Bu işi pas edecek bir başkasını bulup kendini kurtarmak,
  • Ya da bunu kabul ederek, öğrenmek için bir fırsat olarak görüp üstesinden gelmek.

Yapmak istemediğiniz ya da kabiliyetinizin dışında işler mi var?
Bunları "öğrenmek" için bir fırsat olarak görmeyi hiç denediniz mi?
Siz yukarıdaki çözümlerden hangisini uyguluyorsunuz?