26 Ekim 2007 Cuma

Asla anlayamadım

Farkılaşmak varken taklit etmenin anlamsızlığından bahsediyorum.

Marketing Türkiye dergisinin 133.sayısında kapak konusu "Markalar arası kopyala-yapıştır" yöntemi idi. Anlayan anlamıştır zaten de, biraz daha açmak gerekirse; FMCG'de ürün geliştirirken markaların birbirini ne denli taklit ettiği ve bunun etkili olup olmadığı büyük üretici firmaların önde gelen pazarlama liderlerine sorulmuş ve yanıt aranmıştı.

Konunun detayına girmeyi düşünmüyorum, burada ürün taklidinden daha fazla garipsediğim ve son bir günlerde gözüme çok çarpan bir durum mevcut.

Ülker bu kopyala yapıştır markacıların şüphesiz lideri. Ancak, son günlerde Ülker klonları türemeye başladı (ya da hep varlardı!).



Marka klonuna alışmıştık ama, kurumun kendisini klonlamanın biraz fazla olduğunu düşünüyorum. Bu nasıl kurumsal kimlik, bu nasıl itibar yönetimi, bu nasıl bir girişimdir anlayamadım doğrusu. Bu firmalar Ülker iştiraki midir? Hem Hazal'ın hem Şimşek'in sitelerine baktım göremedim. Zaten sanmıyorum da, zira iştiraki bile olsa Ülker logosunu böyle kullandırmaz.

Ürün gıda ürünü olunca insan iyice bir çekiniyor denemeye. Bence kurum kimliği (ve kurum kültürü) adına tehlikeli bir yaklaşım. Firmaların web siteleri ve içeriğindeki görsel ve metin materyalleri (slogan vs.) ayrı ayrı revize edilmesi gereken detaylar -ki onlara da girmiyorum.

Bu kolaycı yaklaşımlar -her alanda- gerçekten çok canımı sıkıyor. İşin kötüsü bu, artık hayatımıza gittikçe daha fazla nüfuz etmeye başladı ve bir hayat biçimi, bir eğilim haline geldi. Daha bu sabah kahvaltı ederken okuduğum gazetede ve izlediğim kanalda ve işe giderken sokakta karşılaştığım kolaycı yaklaşımlar;

-Manken (şarkıcı da olabilir) bir bayan Julio Iglesias ile birlikte olduğunu iddia etmiş, sonra da "aramızda bir şey yaşanmadı" demiş. Bu bayan bu demeci verirken yanındaki muhabirler keşke kendisine dünyanın geri kalanının da bildiği bir gerçeği, Julio Iglesias'ın 2000'den fazla kadınla birlikte olduğu rivayetini ve kendisinde farklı, özel bir yan olmadığını belirterek ortamı terk etseydi.

-Alarko Carrier, reklam yüzü (ya da maskotu) olarak kendisine Garfield'ı seçmiş, reklamlarda da korkunç bir seslendirme ile "keyfim yerinde" mesajı veriliyor. Samimi olmak gerekirse, sıradan bir kedi kullandıkları reklamı daha sempatikti. Ajansın da kolayına gelmiş olmalı, seslendirme dışında hiç bir prodüksiyon maliyeti olmayan bir yapım. Üstelik çok sırıtıyor.

-Ve yazıyı yazdıran, Hazal bisküvi'nin logosunu dağıtım servisinin üzerinde görmek.

Zaman zaman beni gerçekten ümitlendiren ve "Marka Yönetimi'nin geleceği var!" dedirtecek yaklaşımlar sergileyen yerli şirketler tek tük te olsa kendini gösterebiliyor, ancak üzülerek söylemeliyim ki bu yazıdaki örnekler, bizim "kurnaz" ve "kolaycı" yapımıza daha kolay geldiğinden olsa gerek, hiç bir zaman tükenmeyecek gibi.

Hiç yorum yok: