23 Kasım 2007 Cuma

Türk sporunda sponsorluk

Sponsor olduğunuz sporcuyu yeteri kadar tanımadığınız müddetçe tehlikelidir.

Yıllarca süren başarınızla ve azminizle bir yerlere getirdiğiniz markanızın ismini üzerinde taşıyarak bir nevi onu temsil edecek kimsenin hem kendisine, hem de markanıza zarar vermemesi gerekir.

Malesef Türk sporunda, yaşanması neredeyse imkansız bir ütopya.

Bugün bazı pazarlamacılarımız Türkiye'de spor pazarlamasının emeklemeye bile başlamadığından, spor kulüplerinin ve bireysel sporcuların yeteri kadar destek göremediğinden yakınmaktalar (dünyada bu endüstrinin 250 milyar dolar ederi var. Gözardı edilemeyecek bir rakam).

Elbette, sports marketing, sporla ilişkili reklamlardan atletlerin desteklenmesine, spor tesisleri inşa etmekten spor ve merchandise dediğimiz taraftar destek ürünleri üretmeye, bilet satışlarından yayın haklarına, hatta video oyunlarına kadar geniş bir alana sahip. Benim burada bahsedeceğim sporla ilişkili reklamlar ve atletlerin desteklenmesi.

Geçtiğimiz günlerde yapılan bir ankette Türkiye'de şirketlerin, spor kulüplerinin ve tüketicilerin sports marketing'e olan yaklaşımları incelenmiş. Sonuçlarda, marka sporcuların başında %35,7 ile Hakan Şükür geliyor.

Şaşırtıcı!
Büyük bir başarı göremeyen, iki düzgün kelime konuşamayan, karizması da olmayan, hatta belki itici sayılabilecek bir oyuncu nasıl olur da "Marka sporcu" seçilir?
Biraz acımasızca olacak belki, ancak durumu ancak şu şekilde açıklayabiliriz; insanlar iki tip karakterden hoşlanırlar. Kahraman gibi gördükleri, ve kendilerine benzeyenler. Hakan Şükür bir kahraman olmadığına göre, durumun neye işaret ettiği ortada.

Dramatik bir farkla (9,2) ikinci sırada olan İlhan Mansız, adam gibi bir danışmanla yolunda ilerlese ve Hakan Şükür gibi senelerce futbol oynayabilseydi, ne durumda olurdu? Bu tartışılır.

Üçüncü sıra Mehmet Okur'a ait. Gayet anlaşılır, kendisi oldukça başarılı ve sempatik bir sporcumuz.

Beşinci sırada çok özel bir isim var. Önce görmezden gelinemeyecek bir başarıyı elde ederek Türkiye'nin atletizm neferi ilan edilmiş, bir sürü sponsorluklar alarak asla erişemeyeceği bir servete sahip olmuş, ardından cahilliği ve yanlış seçimleriyle kazandığı herşeyi kaybetmiş bir isim geliyor; Süreyya Ayhan.

İşte tam da burada sponsorluğun tehlikesi ortaya çıkıyor. Üzülerek belirtmeliyim ki, Türkiye'de sponsorlukların, ve dolaylı olarak spor pazarlamasının gelişememesinin önündeki neden öncelikle sporcuların eğitimsizliğinden ve vizyon sahibi olmamalarından kaynaklanıyor.

Türkiye'de spor deyince akla gelen ilk oyun futbol olduğundan, örnek olarak futbolcuları ele alalım. Bir çoğu sahip oldukları şöhretin çekiciliğine kapılıp kendilerini kaybediyorlar ve gelecekte kazanabileceklerini de bu şekilde ellerinin tersiyle itiyorlar.

İlhan Mansız, Beşiktaş'ta yıldızı parladı ve dünya kupasında göz bebeği oldu. Ardından türlü biçimlerde şımarıklıklarıyla basını kendisine küstürdü, gözden düşünce de çözüm olarak oldukça yüksek bir transfer ücretiyle Japonya'ya gitti. Futbol hayatı sona erdi, şimdi medyatik olmaya çalışıyor.
Hayatına özen gösterse ve formuna dikkat etseydi, yerli bir Beckham'dan fazlası olur muydu? Kesinlikle olabilirdi.

Markalar açısından konuşmak gerekirse, futbolda "endorsement" ile yatırım yapmak büyük risk. Zira futbolcuların bir çoğu duygusal açıdan dengesiz ve neyi ne zaman yapacakları belli olmayan kimseler. Marka = Tutarlılık diyorsak, futbolcular üzerine daha fazla düşünmemek gerekir. Zira bugün Roberto Carlos gibi "gün görmüş" bir oyuncu dahi hakemin üzerine su atması, yerli oyuncuların yapabileceklerine iyi bir referans olarak kabul edilebilir.

Aynı şekilde Süreyya Ayhan'ın doping iddialarını gülünç bir şekilde yalanlaması da, zaten yüzü sponsorluklardan yana hiç gülmeyen bir şirket olan Vestel için oldukça acı bir durum olsa gerek. Vestel'in yaptığı büyük girişimlerden sonra yaşadığı talihsizlik ve konrolsüzlük (ya da öngörüsüzlük), markaların atletizm ya da diğer alternatif sporlara olan yatırım güvensizliğini ve halkın genel kayıtsızlığını artırmaya yardımcı olmuştur.
Vestel burada kendini hızla geri çekerek bir şekilde krizi atlatmış görünse de, kurumun zihinsel olarak uğradığı zarar biraz zor telafi edilir gibi görünüyor.

Aslında bugün çok kaliteli genç atletlerimiz destek beklemekteyken, Fatih Terim 140 milyar maaş alıyor, son 3 maçtan önce elde etmesi gereken başarıyı son anda başarı elde ediyor, Futbol Federasyonu başkanımız tribünde bu başarı (!) için gözyaşları döküyor, futbolculara prim sözleri veriyor ve bunu sokaklara dökülüp kutluyorsak, Türkiye'de spor pazarlaması hakettiğinden de fazlasını elde ediyor diye düşünürüm.

4 yorum:

h k dedi ki...

Eren iyi bir Fenerbahçe'li olmakla birlikte .hakan Şükür'e şaşırmanı yanlış buluyorum. Hakan Şükür'ü oyun olarak ben de beğenmesem de istatistiklere bakarsak sayılar bir şey söyleyecektir, 14-15 yıldır bir futbolcu sürekli gündemdeyse onun marka olarak algılanması/marka olması oldukça doğaldır.
İlhan Mansız da yerli bir Beckham/daha fazlası olamazdı çünkü zaten samsundan bjkye geldiğinde 29-30 yaşındaydı, yakışıklılığını kullanabildiği kadar kullanmaya çalışıyor daha fazlaını da bekleyebiliriz belki ama yine de çok da bir şey vadetmemesi de normal olur.

bununla birlikte spor pazarlamasının konuşulmaya başllanması bile güzel bir gelişmedir,hatta eğitişim kariyer enstitüsü sports marketing konulu bir eğitim düzenledi galiba. spor pazarlamasını anlaşılır/öğrenilir ve profesyonelce yapabilirsek hem sporda marka olarak daha çok isim ortaya çıkacak hem de sadece futbol değil diğer branşlar da ve sporla ilgili birçok sektör de çok daha fazla büyüyecektir...

bu konuyu bloğuna taşıdığın için teşekkürler, konuşlmayı hakeden bir konu..

Eren Kumcuoğlu dedi ki...

Hüseyin;

Gündemde olmak ile marka olmak arasında doğrudan ilişki olduğunu reddediyorum. 15 yıldır gündemde olan isimler, 15 yıl boyunca unutulmayacak başarılara imza atmamış ya da bir farklılık yakalayamamışlarsa nasıl marka olabilirler?
Bugün Mehmet Okur'a marka diyebilirim, Süreyya Ayhan'a da diyebilirim çünkü bu insanlar futbol dışında sporlarda uluslararası başarı gösterip farklılaşmış insanlar.
Peki Hakan Şükür neyiyle marka olacak? İnişli-çıkışlı oyunculuk grafiğiyle mi? Avrupa'da büyük başarısızlık yaşayıp geri dönmesiyle mi? Olmayan liderliğiyle mi? Yoksa (bugün kendisinin de övündüğü tek iddiası olan) en fazla milli formayı giymesiyle mi? Halen o formayı nasıl giyebildiğini cümle alem biliyor.

İlhan'ın yaşı bir dezavantaj evet, ancak karizma sahibi, yakışıklı bir oyuncu ve başarı grafiği iyi seyrediyordu. Özel yaşamına dikkat edebilseydi eminim ki ilgi odağı haline gelebilirdi. Spor hayatı sona eren bir oyuncu olmamasına rağmen halen çevresinde azımsanmayacak derecede fazla bir hayran kitlesi var. Başarılı bir oyuncu olarak devam etse ve milli takımda oynasaydı, olacakları tahmin edebiliyorum. Büyük ihtimalle bizim futbol ikonlarımızdan biri olurdu gibime geliyor. (2003'te Hasan Şaş ve İlhan öyle değiller miydi zaten?)

Çok genç bir ülkeyiz ve sporun geleceği de bizim ellerimizde olabilir. Büyük başarılar bu kafayla biraz zor gibi. Önce aç karnımızı, sonra da gözlerimizi doyurmamız lazım sanırım...

h k dedi ki...

Eren,
"Gündemde olmak ile marka olmak arasında doğrudan ilişki olduğunu reddediyorum." kısmına katılıyorum, yorumum yanlış anlamaya müsait olmuş, pardon:)yine de Hakan Şükür'ün GS ve milli takımda forma giyme sayısı ve attığı gollerle/girdiği polemiklerle/hem futbol camiası içinde hem taraftarlr arasında sempatizanlara/sevenlere ve nefret edenlere sahip olmasıyla marka unsurlarını taşıdığını düşünüyorum, hem de güçlü bir marka...

Eren Kumcuoğlu dedi ki...

Hüseyin;
Aslında bir ekleme yapmak lazım. Sorunun şekli bence biraz yalnıştı. Türkiye'de spor denince ağırlıklı olarak futboldan başka bir etkinlik akla gelmiyor. Dolayısıyla "Marka olmuş sporcu" deyince akıllara diğer branşların gelmemesi ve Hakan Şükür cevabının verilmesi normal. Belki de soruyu (hem bugün hem de 10 sene sonra) şöyle sormak gerekir;

Futbol oyuncusu olarak aklınıza gelen ilk isim hangisi?

Bu sorunun cevabı da Hakan Şükür çıkıyorsa o zaman "marka olmuş" diyebiliriz. Bugün kendisini Metin Oktay ile kıyaslayan bir insanı ben marka olarak kabul edemiyorum yalnızca. Üstüne basa basa ondan daha fazla forma giydiğini anlatıyor. Hakan bir efsane olacak mı? Bence olmayacak.
Beşiktaş'ta Metin Ali Feyyaz üçlüsü vardı. Bir dönem Fenerbahçe'de Oğuz ve Aykut vardı, onlarda unutuldu gitti. Hakan'ın içinde olduğu durumu tam da böyle bir şey olarak görüyorum. Jübilesini yapınca futbol yorumcusu ya da antrenör olabilir en fazla. Metin Oktay, Hakkı Yeten vb. gibi senelerce adı anılır mı? Emin değilim doğrusu.

Öte yandan, ben Hakan vs. İlhan'dan ziyade Süreyya Ayhan konusu daha dikkat çeker diye düşünmüştüm =) Zira Vestel'in sponsorluk konusundaki maceraları tam vaka analizlerine konu olacak durumlar.