30 Eylül 2007 Pazar

Vites küçültüyorum...

Blogumu sessizce takip edenler, yorum yazan arkadaşlar ve diğer tüm ziyaretçiler;

Uzun bir aradan sonra yarın, yeniden çalışmaya başlıyorum. Dolayısıyla blogumla her gün ilgilenip ilgilenemeyeceğimi bilemiyorum. Ancak, burayı soğutmama konuda elimden geleni yaparak, güncel kalmaya özen göstereceğim!

Takip eden herkesin güncellemelerden haberdar olması için FeedReader'a linkimi eklemelerini tavsiye ediyorum.

Muhafazakar arkadaşlık sitesi

Facebook'ta dahil olmak üzere hiç bir arkadaşlık sitesinde üyeliğim bulunmamakta. Arkadaşlarımın hepsi ile zaten MSN Messenger üzerinden görüştüğümden ve bu komüniteleri zaman kaybı olarak gördüğümden üye olmaya gerek duymuyorum, dolayısıyla onlar hakkında söyleyecek pek fazla sözüm yok. Ancak bu sefer bahsedeceğim site, sayıları günden güne artan arkadaşlık sitelerinden oldukça büyük bir farklılık yakalamış.


İslami evliliğin gerçekleştirildiği tek adres sloganıyla hizmet veren Habibimol (Habib eşim demek sanırım?), muhafazakar görüşe sahip olan ve internetten "arkadaş" edinmek isteyen insanlarımızı düşünüp bu konudaki açığı fark ederek bu boşluğu doldurma misyonuyla yola çıkmış bir site.

Hayat, dini ve siyasi görüşlerim kesinlikle örtüşmese de, itiraf etmem gerekiyor, segmentasyon düşüncesi harika. Farklılaşma harika. Site üzerinden evlenen kimseler olduğu da söylendiğine göre, uygulama da başarılı denebilir.

Alelâde bir arkadaşlık sitesi kurup diğerlerinin arasında kaynamak mı? Yoksa ulaşılmak istenen kitleyi sınırlayıp, "tek" (unique) olmak mı?
Kesinlikle ikincisi.


Ekleme: Çok güldüm ve mutlaka görülmesi gerek diye düşündüm. Etnik kökeni belirtmenin zorunlu olduğu bir site kuruyorsunuz ve arama modülünü böyle "geniş" tutuyorsunuz.
Böylesi bir sitede, bu ayrıntıyı nasıl atlamışlar çok şaşırdım doğrusu!

Axe outdoor gerilla uygulaması

Axe deodorant'ın marka kimliği hep erkeksi, biraz maço, kışkırtıcı ve baştan çıkarıcı olmuştur. Axe bu gerilla uygulamayla imajını biraz daha sertleştirmiş.


Büyük diskolarda kadın iç çamaşırları sticker şeklinde kabinlere ve hatta rezervuarlara yapıştırılmış, gerçekçi görünmesi için gölge efekti de verilmiş. Slogan da bu uygulamayı destekliyor; "Axe Vice; Turns nice girls naughty"

28 Eylül 2007 Cuma

Erbil Süel yaklaşımı

Iraz geçenlerde blogunda İzmir'li yerel bir işletmenin "İzmir'liliğinden bir şey kaybetmediğini" yazmış. Yazının içeriği kadar işletmenin tavrı da hoşuma gittiğinden burada paylaşmak istiyorum;

"İzmirli bir marka olduğunu bildiğim Erbil Süel, İzmir'e has bazı "kelime farkları"na fazlasıyla bağlıymış gibi göründü gözüme. Dün Bornova
'da işten dönerken Erbil Süel'in vitrininde gördüğüm bu promosyon yazısına çok güldüm.

İzmir'e diğer şehirlerden gelip de yerleşenler hemen fark etmiştir, burada bazı evrensel kelimeler kullanılmaz. Simide "gevrek" denir, sigorta "asfalya"dır, çekirdeğe "çiğdem" derler. Boyoz diye yağlı bir çeşit börek vardır. Konuşurken "gidiyoz-geliyoz" demek de bir alışkanlıktır burada. Bunlar, İzmir'e dair sevdiğim renkler. Ancak, ciddi bir imaj yaratmaya çalışan bir markanın, yazı dilinde kendisini bu şekilde ifade etmesini, bir filolog olarak doğru bulmuyorum. Belki reklamcı arkadaşların yorumları farklı olacaktır, belki de Erbil Süel'in hedef kitlesi çok lokaldir, bilemiyorum :)"

Ben hiç duymadım Erbil Süel adını. İzmir'e yolum düşmediğinden ve markanın oldukça yerel olmasından dolayı olsa gerek. Bu "Fazlaca yerel" markalar eğer gerçekten başarılılar ve insanlar için bir değere sahiplerse zamanla "Lovemark" haline gelebiliyorlar. İzmir'de olduğundan markanın durumunu bilemiyorum, ancak İstanbul'da da yerel örneklerden;

-Yazıcıoğlu İş Hanı ve civarı teknoloji meraklılarının,

-Türkmen Mağazaları çocuklarını okula hazırlayan annelerin,
-Ziya kadın ve erkeklerin ayakkabı konusundaki Lovemark'larıdır.

Bu markalar, bu intibayı insanlarla aralarında oluşan duygusal bağ ile inşa ederler. Şu "-yoz" takısına gelirsek, ben çok samimi ve komik buldum. Bunu gören insanların yüzünde eminim ki bir tebessüm belirmiştir. Bu o an satın alma yaptırmasa dahi önemli bir şeydir, marka değerine katkısının büyük olduğunu düşünürüm. Öyle olmasaydı biz burada oturup Erbil Süel'in adını anmazdık.
Eminim ki bunu görüp gülen insanlar da çevrelerine bunu iletip bir nevi WOMM yapıyorlardır.
Yerel bir işletme'nin, faaliyet gösterdiği bölgenin değerleriyle böyle bir uyumda olması benim çok hoşuma gitti.

27 Eylül 2007 Perşembe

Gerilla outdoor uygulamaları

Son günlerde paylaşmak istediğim bir kaç güzel outdoor uygulaması gördüm. İlki HP'ye ait.


Bir çok kullanıcının HP'nin üstün baskı kalitesinin farkına varması ve diğerleri ile arasındaki farkı ortaya koyması için bu gerilla uygulamayı yapmışlar. Çok akıllıca, çok dikkat çekici, çok güzel.

Buzzy isimli bir araç servisi için yapılan gerilla uygulaması;


Aracınızı bu şekilde gördüğünüzde muhtemelen aklınıza gelecek ilk şey "Bunu kim tamir edecek?"tir diyor Buzzy. Aracın yanına gittiğinizde görüyorsunuz ki aracınızdaki hasar görüntüsü yalnızca bir sticker. Kendimi düşünüyorum da, camıma bu sticker'dan yapıştırılsa ve kırıldığını düşünsem muhtemelen sinirimden delirirdim
, hasar olmadığını gördüğümde tepkim ne olurdu halen bilemiyorum ama o sinirden sonra gülümsemeyeceğim kesin! Yine de oldukça dikkat çekici ve farklı bir uygulama.

Sonuncusu ise Topvar bira'dan.


Amaç buz hokeyinin ve Topvar'ın bağdaştırılması, ancak spor müsabakalarına alkollü içki sokmak yasak olduğundan farklı bir yaklaşım sergilenerek taraftarlara Topvar şişesinin şeklinde düdükler veriliyor. Bu sayede taraftarlar hem TV'den Topvar içiyormuş gibi görünürken, hem de takımlarını desteklemiş oluyorlar.

Televizyonda bira reklamı mı? İsteyince oluyormuş demek ki!

26 Eylül 2007 Çarşamba

Kişiye özel Adidas

Adidas'ın boya kutusu, renkli boyaları ve renk paletiyle "custom design" ayakkabısı "Adicolor" oldukça hoş ve ince düşünülmüş bir üründü. Ben Türkiye'de rastlamasam da geçen senenin başında internetten gördüğüm fotoğrafları ile ürün aklıma kazındı.


Tüketici tek olmak istiyor.
Bu ürün de, Adidas'ın kişiselleştirilmiş ürünlere yaklaşımını gayet güzel anlatıyor ve Adidas'ın bu önemli konuyu ne denli iyi kavradığını açıklıyor.


Bu sezon da şöyle bir tasarım yapmış Adidas;


Geçen seneki kadar esnek, ince ve detaylı olmasa da, daha pratik ve hızlı. Bu sefer elimize fırça yerine bu değiştirilebilir plastik renk kartlarından alıyoruz ve dilediğimiz rengi ayakkabıya geçiriyoruz.
Adidas bir sonraki sezonda kişiselliğe nasıl hizmette bulunacak göreceğiz.

Dip not: Fotoğraf için Zafer'e teşekkürler.

25 Eylül 2007 Salı

Media Markt açılış izdihamı

Ben sosyolog değilim, dolayısıyla Vatan Computer izdihamını da ancak kendimce açıklığa kavuşturabilmiştim. Ancak Media Markt açılışındaki izdihamın Türk insanının teknolojiye açlığından dolayı mı, yoksa ucuz buldum alayım elimde dursun mantığıyla mı bağdaştıracağımı tam olarak bilemiyorum.
İnsanlar kalkıp sahurlarını kapının önünde yapmışlar. Dün gece, bir grup insanın bu iş için organize olduğu haberini aldım ve tek tük insan kapıda bekler sanıyordum, ancak kalabalığın içinde başörtülü teyzeler, koca koca amcalar görünce bunun yalnızca "geek" diye tabir edilen teknoloji meraklıları olmadığını gördüm. Görüntüler video'da...



Media Markt böyle bir izdihamın yaşanacağını hesaba katmış, kalkmış folklor ekibi getirmiş bekleyen insanları eğlendirmek için. Hoş, ancak arkada kalanlar görebilsin diye bir de projeksiyon kurmaları akıllıca olurdu. Bu bile oldukça farklı bir yaklaşım. Bu tutumuyla insanları düşündüğünü gösteren şirket, mağaza içindeki sızıntıyı hesaba katamamış olsa gerek. Mağaza personeli içerideki ürünleri önceden tanıdıklarına bir şekilde satmış olacaklar ki, video'da da görüldüğü üzere insanlar haklı olarak isyan etmekteler.

Ben Türkiye sınırları dahilinde hiç bir yerde, hiç bir sektörde ya da hiç bir kampanyada bu denli büyük izdihamlar, kuyruklar ve bekleyişler görmedim. Kişi başı gelir düzeyi bu kadar düşük olan milletimin teknolojiye ne kadar büyük hevesi, arzusu ve iştahı varmış ki böylesi indirimler izdihamlara sebep oluyor? Gıda ürünleri, kitaplar ya da giyimde böyle bir indirime gidilse aynı izdiham olur mu? Sanmıyorum.

Teknomarketlerin indirim yarışları sürdükçe, bugüne kadar hep yurtdışında (örnek: Japonya'daki Playstation 3 lansmanı) gördüğümüz izdiham görüntülerini artık sık sık ülkemizde de göreceğiz gibime geliyor.

Daha fazla görsel ve haber için buraya, buraya, buraya ve buraya.

24 Eylül 2007 Pazartesi

Sucuğun başına gelenlere bak...

Bir kaç sene önce bu tartışma yapılmıştı. Pınar Sucuk reklamlarının, ekonomik durumu sucuk almaya yetmeyecek aileleri ekran başında sıkıntıya düşürdüğü, çocukların babalarına "Sucuk nasıl bir şey?, tadı nasıl?" gibi sorular sordukları gündeme gelmiş, ardından unutulup gitmişti.
Üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen halen düşünürüm "Gerçekten de sucuk reklamları insanların evlerinde bu kadar büyük hasarlara neden oluyor mu?" diye.

Engin Ardıç geçenlerde bu konuya değinmiş, çok ta güzel yazmış. Bunun yanı sıra, aklıma gelen başka bir düşünce (ya da komplo teorisi) de rakip firmaların ya da muadil ürünlerin negatif WOMM çalışmaları. Acaba gerçekten sucuk böylesi bir negatif WOMM kampanyasına kurban gidip ekranlardan uzaklaştırılmış olabilir mi? Bence mümkündür.

23 Eylül 2007 Pazar

Marketingist 2007 izlenimleri...

Bir marketingist daha sonlandı. Her sene gitmek isteyip te bilet fiyatlarından dolayı gidemediğim fuara bu sene (istemediğim kadar çok) davetiye buldum. Fazla davetiyelerimizi paylaşmak istediğimiz bazı yakınlarımız ve arkadaşlarımızdan da olumsuz ya da hiç cevap alamayınca Göze ile beraber kalktık gittik. Hüseyin'de çoğu zaman bizimle birlikteydi. Keyifli vakit geçirdiğimizi söyleyebilirim.

Önce fuar dışı organizasyondan bahsedelim. Pazarlama fuarının internet sitesi çok kötüydü. Ben böylesi bir iletişim aracına, hem de marketingist gibi bir fuar için hazırlanan web sitesinin özensizliğin büyük bir utanç olduğunu düşünüyorum. Güncellenmeyen (ya da olmayan) seminer ve katılımcı listeleri, açılmayan, fuara 1 gün kalmışken dahi "güncellenecek" yazan ya da banner'ın altında kalan menüler, olmayan program çizelgesi...

Ulaşım başlı başına bir çileydi.
Kadıköy'den kalkıp saat 10.00'da Bakırköy iskelesine yanaşan deniz otobüsü'nden inen 15-20 kadar yolcunun gözleri servisi aradı. Aynı gün kendi imkanlarımızla fuara gittik, dönüşte şoföre neden deniz otobüsünü beklemediğini soran bir fuar ziyaretçisi "Bize kalkış saati tam 10 dendi, ne denirse o" gibi enteresan bir cevapla karşılaştı.
Yineliyorum. Bu bir pazarlama fuarı. Karşıdan da bir dolu katılımcı gelecek. Deniz otobüsü saat 10'da iskeleye geliyor, bunu hesaba katarak şoförlere 5-6 dakika daha beklemeleri talimatı verilemez miydi? Üstüne üstlük her sene aynı ulaşım sorunu yaşanırken?
Pazarlamacıların gözünden böyle bir detay kaçıyor, bu esnetme yapılmıyorsa, yazık.

Şimdi de fuar içi organizasyon... Standları bir kaç sefer gezdik. Kimi standlar göz alıcı şıklıkta ve büyük bir misafirperverlik havasındayken, kimi standlarda da ciddi bir başıboşluk ve gayri ciddilik hakimdi. Yanlış anlaşılmasın, ben aşırı ciddilikten hoşlanmam, ancak potansiyel müşteri gelip ürün hakkında bilgi isterken bazı şirket sorumlularının ağızlarındaki sakızı "çak çak" çiğneyip ilgisizce cevap verdiklerine tanık oldum. Kimi standlarda da bilgi, broşür ya da kartvizit istediğimizde oraya diktikleri manken kızların "firmadan kimse yok, bu işinizi görür mü acaba?" gibi yardımsever çabalarına şahit olduk. Merak ediyorum, marketingist katılma lütfunda bulunmayacağınız denli önemsiz bir fuar ise, neden orada stand açma gereği duydunuz?

Benim için esas önemli olan unsur konferanslardı. Gayet verimli geçen konferansların yanında, ders havasında geçen, çok sıkılıp ayrıldıklarım da vardı.

Birikim sahibi insanları eleştirmek haddime değil, ancak bir çoğu pazarlama profesyoneli olan konuşmacıların iniş-çıkış olmayan heyecansız bir ses tonu kullanmaları, "kısaca değinmek gerekise..." ile başlayan cümlelerinin çağlar boyu sürmesi, "bir de şu... bir de bu..." diye bitmeyen eklemelerle cümlelerini uzatmaları, ister istemez kendi şirketlerinin başarı hikayelerini anlatırken kendilerini kaptırıp bilinirlik çalışmaları yapmaya başlamaları bir çok sunuma sekte vurdu. Girdiğim 2 konferansı çok keyifle izledim, hangileri olduğu bende kalsın.

Bir de şu "Durumsal Zeka" konusu var ki, ben hiç girmeyeceğim, ama zaten en güzel cevabı konuşmacılar, bu terimi hafiften "ti"ye alarak verdi.

Benim genel izlenimlerim bunlar .Giden gören varsa, kendi izlenimlerini de aktarırsa çok memnun olurum.

18 Eylül 2007 Salı

Marketingist molası

Bir terslik olmazsa bu hafta Perşembe gününden Pazar gününe kadar Göze ile Marketingist'te olacağım.
Bu süre içerisinde fuarda olup bize katılmak isteyecek olan arkadaşlar olursa bana ya da Göze'ye e-mail aracılığıyla ulaşmaları yeterli olacaktır.

Media Markt - Başka bir pazara giriş faciası mı?

Best Buy'ın Türkiye'deki teknomarket pazarına giriş yapacağı haberi geldikten sonra, Media Markt'ın da haberi geldi. 25 Eylül'den itibaren Media Markt, Türkiye'deki operasyonlarına başlayacak gibi görünüyor.

Fakat burada konumuz Media Markt'ın gelişi değil, lansman kampanyasında yaptığı bu çalışma. Siteye giren ziyaretçileri karşılayan görsel beni hayrete düşürdü.


Benim Media Markt'a sormak istediğim bir kaç soru var:
-Nataşa kimdir veya nedir?
-Türk insanının Nataşa algısı nedir?
-Media Markt Nataşalar ile ne gibi bir etkileşim içerisinde?
-Nataşalar alet olarak mı görülüyor (çekici alet)?

Burada bir mesaj var da ben mi anlayamadım?
Burada anladığım şey, teknoloji'nin çekiciliği ile Türk insanının, daha doğrusu Türk erkeğinin Nataşaları çekici bulmasının yaratıcı ekipte serbest çağrışım yaptığı fikri. Ancak, Türk insanının Nataşa algısı, para karşılığı seks yapan Rus asıllı bayanlar olduğundan Media Markt'ın tüketicilerle böyle bir ilişki yaşayacaklarının sinyallerini mi vermeye çalışmışlar?
Her türlü yoruma açıktır, eğlenceli olsun istemişler, ancak bana bir lansman faciası gibi geldi.

17 Eylül 2007 Pazartesi

Outdoor - Nokia Bluetooth Kiosk

Nokia, Beşiktaş'a bluetooth kiosk'u yerleştirmiş. Mantık şu, Nokia (ya da herhangi bir bluetooth'lu telefon ile) kiosk'a yaklaşıp, melodinizi sisteme yolluyorsunuz ya da seçebiliyorsunuz. Kiosk üzerindeki kolonlar sayesinde müzikleri dinleme şansına da sahipsiniz, ayrıca bir ekran var ancak zamanım kısıtlı olduğundan inceleme şansına sahip olamadım, dolayısıyla fonksiyonunu çözemedim, sanırım kullanım için yol gösteriyordur.






Geçen sene ünlü bir cips markası için çalışırken İtalyan kreatif direktörümüz bluetooth ile buna benzer bir fikri kullanabileceğimizi söylemişti, ancak onun ortaya attığı fikrin ortalama Türk insanının sabrını ve zamanını ayıracağı bir mecra olmadığını belirtmiştim. O proje müşteriye sunulmadı.
Bugün bu fotoğrafları çekerken insanlar kiosk'a yanaştı, şöyle bir bakındılar, ancak "boşver" anlamında ellerini kaldırıp yollarına devam ettiler. Tahminimce sistem karmaşık ve zaman gerektirdiği için vazgeçtiler. Sanırım bu konuda haklıyım.

Aramızda böyle bir mecranın başına geçerek onunla uğraşacak birisi var mı?

16 Eylül 2007 Pazar

Turizm'de gerilla

Muhteşem düşünülmüş bir uygulama. Fazla uzatmadan...


"Mirage tur, tropik seyahat turlarını yeni ve farklı bir mecra ile tanıtmak istiyor. Bunu yaparken insanların bir an olsun şehir yaşantısının stresinden uzaklaşarak yapacağı bu tatilin nasıl bir hissiyat sağlayacağını empoze etmek istiyor.
Çözüm olarak işlek sokaklarda, plazaların önündeki ağaçların aralarına hamaklar kuruluyor. Evine giderken trafiğe takılan, işine giderken günün getireceği sıkıntıları düşünen insanların, tatil planlarına egzotik bir turda onları nelerin beklediğini düşlemeleri hedefleniyor.
Sonuç: Turlara ilgide ve broşür talebinde artış, rezervasyon sayılarında dramatik yükseliş."

14 Eylül 2007 Cuma

Henkel reklamları üzerine

Daha üniversite'ye dahi adım atmamışken aklıma düşen kurtlardan biridir. Bunca zamandır aklımı meşgul etse de, halen ekranlarda Henkel'in aynı tip reklamlarını görmekteyiz.

Bir stereotip olan Henkel reklamları... Zaten ucuz prodüksiyonlu ve klişeleşmiş reklam anlayışıyla çekilen deterjan reklamlarının geneline şu konsept hakimdir; Türk tipine hiç benzemeyen, tamamen aryan bir hanım çıkar, kıyafetlerinin renklerinin solukluğundan ya da lekelenmesinden şikayet eder, bu arada dudaklarına ve mimiklerine gözümüz takılır, ancak
anlamı yoktur söylediklerinin, çünkü farklı bir dilde konuşuyordur.
O sırada hooop ya başka bir aryan hanım ya da çizgi kahraman ortaya çıkar ve "x markayı denediniz mi?" der. Bu ilk sahnedir.

İlk sahnenin ardından demo girer, çamaşıların eski deterjan ve x markasıyla yıkanışı gösterilir (x marka hep sağda yer alır), bu esnada lekelerinin nasıl etkili biçimde yokolduğu empoze edilir, varsa içeriğindeki üstün teknolojiden (mikrogranüller, tanecikler vb.) bahsedilir.

Üçüncü sahnemizde aryan teyze çektiği herşeyi unutmuştur, acılı günler x marka deterjanı kullanmakla geride kalmıştır ve ne kadar huzur dolu olduğunu konusundaki söylemini uyumsuz dudak mimikleriyle ya kameraya karşı anlatır, ya da dış ses spotu okur ve reklam biter.

İzleyenlerde geriye ne kalıyor?
Sosyoekonomik statüye göre: Üst sınıf iğreti, orta sınıf anlamsız bulurken, alt sınıflar ise hepten kayıtsız kalıyor.

Senelerce aynı reklam yaklaşımı. Aynı prodüksiyonun daha yerelleştirilmişi çekilse, aynı hissiyatı yaşar mıyız?
Beni bu yazıyı yazmaya tetikleyen, son Persil reklamı oldu. Korkunç. Sanırım "Persil Adam" reklamından hiç ders almamışlar. Bu ülkede neyin yayınlanıp neyin yayınlanmayacağını, Persil'i pazardan çekecek denli büyük bir faciadan sonra bile anlayamamışlar gibi görünüyor.

Ariel ya da Alo bunu yapıyor mu? Peki Omo?
Ortalama bir tüketiciden fazlası olduğumu varsayarak, ben dahi zihnime yenilerek, alışverişlerimde kendime yakın bulduğum markaları tercih ediyorum. Örnek vermem gerekirse, aynı reklam uygulamasını yapan Signal ya da İpana'yı değil, yerel prodüksiyon yapan Colgate'i kullanıyorum. Annem ya da anneannemin henüz Persil aldığını görmedim.

Bugün Efes Pilsen, yabancı pazarlarda Türkiye için hazırlanan reklam filmini, reklamın yayınlanacağı ülkenin diline çevirse ve yayına koysa, başarılı olacağını düşünür müsünüz?
Ben sanmıyorum.

13 Eylül 2007 Perşembe

eBay Mastercard

Firmaların sadakat arttırmak için bir çok farklı yola başvurduğunu hepimiz biliyoruz.
Bazı şirketler vardır ki, onlar farklılıklarından, pazara ilk giren olmanın verdiği güçten ve yenilikçi anlayışlarından dolayı tüketici nezdinde sadakati kolaylıkla kazanırlar. Hatta kimisi Lovemark bile olabilir.

İşte eBay'de benim gözümde öyle şirketlerden biridir. Promosyonel aktiviteleri başarıyla yürüten, yerli firmalar gibi "mass marketing" değil, gerçekten satın almamla ilgili analizler yapıp, ilgilendiğim ve ilgilenecek olmam muhtemel ürünlerin promosyonlarını gönderen, kısacası işini doğru yapan, ilişkilerini çok doğru yürüten bir firmadır.

Daha önce eBay'den alışveriş yapanınız oldu mu bilmiyorum ama ben çok sık yaparım. Geçtiğimiz günlerde gözümden kaçmıştı ancak bugün görüyorum, eBay sadık müşterileri için Mastercard ile işbirliğine giderek eBay Mastercard'ı yaratmış.

3 değişik tasarımı olan kartı eBay'deki kullanıcı adınızla alabilmeniz mümkün olduğu gibi, eBay'in ödeme sistemi olan PayPal ile tamamen bütünleşik olarak işliyor. Bu da sistemi kullananlar için ödemelerin kolaylaşarak hızlanması demek.

"Ee benim zamanla problemim yok, banka kartım bana yeter, neden bir de eBay kartı alayım?" diyenler olmasın diye başka bir avantaj daha düşünmüşler. Kartla yapılan her 1$ harcamaya 1 eBay puanı kazanılıyor, daha sonra bu puanlar indirim olarak satın almalarda kullanılabiliyormuş. Bugüne kadar epeyce alışveriş yapmış birisi olarak bir kez indirimden yararlandım, ancak
Birleşik Devletler'de yaşayan ortalama bir "eBayer" için oldukça cazip olacağını tahmin ediyorum, zira benim toplam aldığım ürünlerin 2 mislini ortalama "eBayer" 1 ay içerinde yapabilir.

Online alışveriş bizde de yaygınlaşsa da bu tip uygulamaları göğsümüzü gere gere lanse etsek.

12 Eylül 2007 Çarşamba

Zekeriya Beyaz'lı Nazo reklamı

Böyle bir reklamı TV'lerde daha önce hiç görmemiştim. Acaba kışın yayınlandı da askerde olduğumdan ben mi göremedim dedim, ancak soğuk içecek olduğundan yazın yayınlanmış olması muhtemel. Yine de hiç bir kanalda rastlamadığım bir reklam. Önce fake sandım ancak ismini bilmesem de reklamda görülen oyuncuyu komedi içerikli yayınlardan tanıyorum. Belki yalnızca YouTube üzerinden yayınlanıyordur, bilemiyorum...



Absürd reklamlar yapmak Nazo'nun marka imajına daha uygun geliyor zannedersem ki, şöyle bir reklamını daha gördüm.



Yorumsuz.

Dominos, Dönerli Pizza ve Künefe...


Küresel düşünüp yerel davranma, yani Glocalization (Küyerelleşme) dediğimiz oldu tam da budur işte. Dominos Pizza, dünyanın en iyi pizza zincir restoranlarından birisi Ramazan'a özel Dönerli Pizza promosyonu yapmış.


Güzel görünüyor, değil mi?
Düşünce güzel. Tercihim ekmek arası döner yemeyeceksem pilav yanına porsiyon olur, döner pizza'ya uygun bir malzeme mi gerçekten bilemiyorum. Denemeden konuşmak yanlış elbette ama fikri hoşuma gitmedi. Pastırmalı yapsalardı diyeceğim ama zaten pastırmalı pizza yapıyorlar.



Bir de yanına tatlı olarak künefe veriyorlar -ki en çok ona şaşırdım. Türkiye'ye yakın duralım derken fazla "Unrelated" olmuş gibi. Dominos Pizza'dan künefe yemek... Bilemiyorum.

İlerleyen günlerde deneyen olursa ve tecrübesini bu başlık altında paylaşırsa memnun olurum.

Yeniden WOMM'un gücü

Magazinden hiç hoşlanmıyorum ama arada bakmam gerekiyor ki milletin nelerle beyni yıkanıyor, nelere özendiriliyor anlayabileyim. Magazinsel de olsa hem WOMM hem Gerilla Pazarlama öğeleri barındıran bir hikaye geçenlerde gündemdeydi.

Hikaye şu, İngiltere'de bir otelin plajında kızımız dijital fotoğraf makinesini unutur, içinde kendisinin ve arkadaşlarının olduğu kareler vardır, hatta kimisi çıplaklık içerir. Kamerayı bulup bu durumdan istifade etmek isteyen arkadaş bir web sitesi kurar, gazetelere de fotoğrafları gönderir ve hikayesini anlatır, bir de çağrı yapar: "Bu kızı kaybettiği fotoğraf makinesine kavuşturmamıza yardımcı olun!" diye. Gazeteler fırsattan istifade kolay haberi ve çıplaklığı olduğu gibi yayınlarlar...

Sonradan anlaşılır ki, kurulan site bir porno sitenin paravanı.
Ne zeka ama! Medyada kendilerine kocaman bir yer açmışlar, her fırsatta seks satan medya da en sonunda kendi kazdığı kuyuya kendisi düşmüş! Zekice bir eylem diye düşünüyorum.

11 Eylül 2007 Salı

Vatan Computer indirimi ve WOMM'un gücü

Dün akşam bir arkadaşım MSN Messenger'dan bana "25.yıl şerefine Vatan Computer'da yarın tüm ürünlerde %25 indirim var haberin olsun" diye bir mesaj iletti. Önce dikkate almadım ancak gün içerisinde Ataşehir civarında işim olduğundan uğrarım dedim.

Göze ile kalktık Bostancı Vatan Computer'a gittik. Yolda ciddi bir trafik vardı ve anlam veremedik, espriyle "Vatan'a gelmişlerdir" dedik. Mağazadan içeri girdiğimizde anladık ki gerçekten de Vatan indirimi için gelmişler.


Müşteri profili öncelikle bilgisayar düşkünleri ya da ofis için alışveriş yapmaya gelen erkeklerdi. Sanırsam akşama doğru kadınlar da dengeyi kurdu zira ev ürünlerini kapışıyorlardı.


Böyle bir kalabalığı normal günlerde görebileceğimi sanmıyorum. Kampanya es kaza haftasonuna denk gelseydi neler yaşanırdı tahmin edemiyorum, zira etkili bir kalabalık vardı ve ciddi bir WOMM olayı yaşanıyordu, herkes eşine dostuna telefonla ürünlerin fiyatlarını haber veriyor, kendileri mağazadan çıkmadan içeriye daha fazla insan çekiyorlardı. Bunun tanımını pazarlama dilinde nasıl yaparız bilemedim. Saat 18.00'de bütün kapılar kapatılmıştı ve yeni müşteri kabulu yapılmıyordu, buna rağmen insanlar kapıda kuyruğa girmişti, hatta aralarında camlara vurup kapıyı açmaları için söylenenler bile vardı!


Saat 18.40 gibi e-5 üzerinde seyir ederken yol kenarına park etmeye çalışan sürüyle araba vardı, geç kaldıklarını bilmeden ya da bilerek te olsa şansını denemek isteyen insanlar...

Mağaza içine geri dönersek, inanılmaz bir tüketim söz konusuydu. Ancak yanlışlar (ya da öngörüsüzlük) vardı. Özellikle LCD TV'ler teşhir ürünlerine kadar satılmıştı, 3'er 4'er alan kimseler gördüm. Yine 3'er 4'er toplama bilgisayar alanlar da mevcuttu ve bu insanlar kasalarda inanılmaz bir yoğunluğa sebep oldular.
Yoğunluğa sebep olan bir başka faktör de Vatan Computer'ın bu indirimini yalnızca Card Finans sahiplerine yapması idi ve yalnızca Card Finans ile ödeme yapılınca geçerli olmasıydı. Kart la ödeme işlemleri zaten uzun sürdüğünden ve insanlar sürüyle parça aldığından ortalama bir müşterinin işi 15 20 dakika sürüyordu. Bu kadar uzun sürelerde sıradan ayrılarak satın alma yapmadan çıkan bir sürü insan gözüme çarptı.
Son olarak ta, Vatan Computer böylesi bir izdihamı öngörememiş olsa gerek diye düşünüyorum. Çok sattılar, mağazayı boşalttılar ama daha kısa sürede daha etkili satış yapabilirlerdi. Yine de bunların hiçbirinin aşağıdaki soruyu sorduktan sonra alınacak cevaptan sonra önemi yok.

Tüketici memnun mudur? Bence evet.
Bence kasada uzun sayılabilecek bekleyişime rağmen, bir süredir almak istediğim 500 GB'lık MyBook yedekleme ünitesi bu indirimle nihayet aldım ve keyfini sürüyorum, eminim ki erken davranıp o uzuuun kuyruklara girerek kendilerine indirimli 42"lik LCD TV alan vatandaşlar da evlerinde memnun memnun yeni televizyonlarının keyfini sürüyorlardır.

10 Eylül 2007 Pazartesi

Mola sonrası

Ekim'de çalışmaya başlayacağımdan bu ara biraz fazlaca geziyorum. Cuma günü Fenerbahçe, Cumartesi Polonezköy ve Silivri, Pazar günü de Göztepe derken herşeyden 2 gün uzak kaldım, hiç online olmadım ve cep telefonum da kapalıydı. Herkese tavsiye ederim, çok iyi geliyor.

Biraz WOMM yapacağım...


Michael Moore'un Sicko'sunu en sonunda izledim. Michael Moore ile tanıştıysanız zaten izlersiniz, henüz kendisini tanımıyorsanız Sicko'yu ve diğer belgesel filmleri olan Bowling for Columbine ve Fahrenheit 9/11'ı izlemenizi öneririm. Sicko'da, Moore'un diğer belgesel filmleri gibi son derece başarılı ve karnınıza yumruk etkisi yaratıyor. Ben filmi izlerken "Biz nerede yaşıyoruz yahu?" dedim.

Geçenlerde The Simpsons'tan bahsetmiştim, madem yeri geldi onu da yazayım. İzledim ve dizi kadar eğlendirmedi. Halbuki South Park: Bigger, Longer and Uncut'ta öyle olmamıştı. Demek ki The Simposons uzun metrajda olmuyormuş. Şöyle de bir kare var filmin başında, çok hoşuma gitti.


Jean Christophe Grangé'nin Şeytan Yemini adlı son kitabını okuyorum bir süredir. Bir süre önce ön sipariş verip almıştım ancak bir türlü kendimi verememiştim. Kurtlar İmparatorluğu ve Taş Meclisi hariç yazdığı diğer romanları sevdim. Bu da yavan gelmişti ancak bir süre sonra iyi kaptırıyorsunuz. Bilmiyorum, konuşmak için henüz erken, kitabın sonunda saçmalarsa söylediklerimi yutmak zorunda kalırım diye bir şey demiyorum. Bunu yaparken evde benim tarafımdan okunmayı bekleyen çeşitli konu başlıkları altında 22 kitabın daha olduğunu gördüm. Aralarında ilgi çekici olanları var, okudukça burada paylaşmayı düşünüyorum.

Bu aralar Sertab Erener'in Sertab Goes to the Club albümüne sardım. Harika. Uzun zamandır bu kadar keyifle dinlediğim albüm hatırlamıyorum. Dinlemediyseniz şiddetle tavsiye ederim. Club tarzını sevmem diyorsanız bile bunu denemenizi öneriyorum. Bu kadın gerçekten kaliteli müzik yapıyor.

Şu tasarım haftası etkinliğini ziyaret etmek istedim, ancak haftalar öncesinden Polonezköy programımız olduğundan ve iptal de edemediğimden gidemedim. Giden varsa görsellerle destekli benimle paylaşırsa çok mutlu olurum.

Pazar günü ise Göztepe'de Antepliler günü olacak dedi Zafer, gittik baktık ki korkunç bir organizasyon. Arabistan'daki ya da Ukrayna'daki pazar yerlerini anımsattı bana. Çok fazla duramadık, oldukça kötüydü. Nasıl göründüğüne dair ipucu hemen aşağıda.






Şöyle bir Ariel outdoor uygulaması varmış Cadde'de.
Bu cam kafes içerisindeki Ariel deterjanın üstüne sabun köpükleri dökülüyor, sağa sola uçuşuyormuş.
Bu sefer bizzat görmedim, ancak aynı şeyi 3 sene önce Hayat Kimya sıvı ve katı sabun ürünleri için vapur iskelelerinin içinde yapmıştı
, oradan nasıl bir
şey olduğunu tahmin edebiliyorum.
Görüntü cep telefonuyla çekildiğinden görüntü pek temiz değil, üzgünüm. Yakından oldukça şirin göründüğünden eminim.

7 Eylül 2007 Cuma

Lovemark olarak Ikea


Ben büyük bir Ikea hayranıyım.
Sadece tasarımlarının ve işletme fikrinin değil, yönetiminin de.

Benim "Lovemark"larımdan biri.
Ikea, yalnızca böyle vakalar olmasın diye kendi yöneticilerini yine kendi yetiştiriyor ve pazarında oldukları ülkelere yolluyor.

Hemen hemen bütün üst düzey yöneticiler İsveçli'dir, ya da İsveç'te eğitimden geçmiş beyaz yakalılardır.

Satın alma ve tasarım (bu durumda ar-ge) her sofistike şirkette olduğu gibi yalnızca ana vatanları olan İsveç'te gerçekleşiyor.

Çünkü onlar, şirketlerinin kıymetini biliyor ve tüketicilerin zihnindeki imajlarını asla riske atmıyor, onlar için
ellerinden geleni yapıyorlar.
Devasa mağazalar açıyorlar, çünkü department store ayarında irili ufaklı mağazalara hem sığamazlar, hem de başlarına dikecek adam yetiştiremezler.

Yetiştirdikleri o adamlar da ofislerinde oturan adamlar değil, sürekli mağaza içerisinde gezinen adamlar.

Sürekli iyileştirme peşindeler. Gerek süreç takibi, gerek müşteri memnuniyeti, gerekse de sunulan hizmet, hepsini bizzat kontrol ediyor, gerekli düzeltmeleri yapıyorlar.

Çünkü biliyorlar ki tüketicinin orada yaşayacağı en küçük olumsuzluk bile kendilerine zarar verir.

Ve işlerini gerçekten çok iyi yapıyorlar.

Şimdi size sorayım. İşletmelerinin çoğunun motto'su
"Satılan mal geri alınmaz" olan bir ülkenin pazarına Ikea yaklaşımı ile girdiğinizde nasıl bir rekabet beklentisi içerisinde olursunuz?

6 Eylül 2007 Perşembe

İşte böyle hissettirir

Başarısız Pantene outdoor çalışmasından sonra şimdi de başarılı bulduğum başka bir outdoor çalışması: Ford Ranger

*This is How it Feels, Ford Ranger

"Projenin amacı Ford Ranger'ın zorlu yüzeylerde yaşattığı sürüş tecrübesi. Bu algıyı yaratmak için buzlu, çatlaklı ve çamurlu gibi çeşitli yer döşemeleri hazırlanarak şehrin farklı bölgelerine uygulanmış, bu yüzeylere yaklaşıldığında ise sol altta görülen "This is How it Feels, Ford Ranger" yazan uyarı levhaları eklenmiş.
Yolun üzerinden sarsıntı olmadan geçenler Ford Ranger'ın sürüş keyfinin böyle bir tecrübe olduğu algısına kapılıyorlar.
Uygulamanın yapıldığı caddelerde hız limiti 10 km/s, dolayısıyla hem sürücülerin güvenliği hem de uygulamanın dikkat çekmesi sağlanmış."

O yolda aracımı sürüyor olsam, böyle bir uygulamanın bende bırakacağı etki büyük olurdu. Olağanüstü bir çalışma.

Pantene outdoor

Beşiktaş çarşı girişinde bulunan Pantene outdoor çalışması.


Showcard'a bakan kız görseli 2 taneydi, ancak kızlardan birini (gördüğünüz gibi) yürütmüşler. Ne amaçla götürdüler merak ediyorum doğrusu.

5 Eylül 2007 Çarşamba

Alternatif mecra -video

Bir önceki Alternatif mecra başlıklı yazımda bahsettiğim video aşağıda... Video için Zafer'e teşekkürler.


Alternatif mecra

Geçtiğimiz hafta Caddebostan'da otururken kalabalığın ilgisinin bir noktaya toplandığını farkettik, dönüp baktığımda sırtlarındaki donanımla hem sesli, hem de tepesindeki LCD ekranla görüntülü reklam mecrası haline gelen bu arkadaşları gördüm.



T-Shirt üzerindeki reklamları zaten biliyorduk, alnına yazı yazdıranları, hatta koluna, omzuna ve çeşitli uzuvlarına dövme yaptıranları da gördük, ama bu bambaşka olmuş. Kaplumbağa gibiler, azıcık öne doğru eğildiklerinde LCD'ler gözünüzün içine giriyor.

Çok fütüristik, ama etkisiz. Neden? Konuşulan şey bunu kullanan markalar değil, icadın ta kendisi oldu, ondan. Değişik reklamlar vardı ama şimdi bile hangi markaların reklamlarının olduğu, aralarında bir tek Hürriyet'i hatırlıyorum, onu da sesi çok yüksek olduğu ve sürekli tekrar ettiği için. Videosu da mevcut, onu da gün içinde eklerim.

4 Eylül 2007 Salı

Öyle hızlı ki, uçuyoruz!

Ha oldu, ha olacak derken nihayet söylentiler doğru çıktı ve İran ile eşdeğer hızda olan internet bağlantımız, asgari 1mbit hıza yükseltildi. ATCW imzalı reklam filmi, Türk Telekom'un hizmetinin kalitesini bilen benim de içinde bulunduğum bir çok abonenin asabını bozuyor. Halen fahiş fiyat, halen sürekli kopan, dünya standartlarının çok altında, yavaş bağlantı hızları... Tepkiler için buraya...



Müşterilere, yani Türk insanına yaptıkları muameleye, sansür uygulamalarına, kurumsal düzeyde beceriksizliğine ve hantallığına rağmen dünyada eşine rastlanmayacak denli kârlı bir kurum olma özelliği taşıyan Türk Telekom, reklamlarıyla da toplumdaki antipati seviyesini istikrarlı bir şekilde arttırmaya devam ediyor. Zaten ödediğimiz fahiş fiyatlarla çoktan yapılması gereken bu uygulamanın, "hizmet kalitesinin artışı" etiketiyle reklamının yayınlanması sinirleri germeye devam ediyor.
Prodüksiyon hakkında ise yorumu size bırakıyorum.

Dipnot: "Tüketici istemezse ADSL'in yanına telefon bağlatmaz" diye bir konu başlığı var, buradaki arkadaşlar sanırım yavaş yavaş sonuç almak üzereler ve Türk Telekom, özellikle harıl harıl devam ettirdikleri ev telefonu reklam kampanyaları yüzünden bu konudan oldukça rahatsız. İlgileneniniz ya da yararlanmak isteyeniniz olabilir.

3 Eylül 2007 Pazartesi

Bir kurum kültürü olarak kayıtsızlık

Tüketicilerin isteklerini ve dertlerini anlamak adına çok önemli bir kaynak olduğunu düşündüğümden www.sikayetvar.com sitesinin sıkı takipçisiyim.

Yine rutin gezintimi yaparken rastladığım şikayeti paylaşmak istiyorum.

İnanılmaz. Müşteri olarak memnun olmayabiliriz, firmanın etik değerlerini de tartışabiliriz, ama enteresan olan çalışanların tavrı. Teknosa'daki bu kayıtsızlık, vurdumduymazlık kurum kültürü galiba...

Yok artık...

Geçenlerde Alinur Velidedeoğlu “Seçim yasakları elimizi kolumuzu bağladı” demişti. Bu demeç kendini affettirmekten ziyade eleştirilerin dozunu daha da artırdı, zira bir çok insan bu mazereti gülünç buldu. Mediacatonline’da yapılan bir anket sonucu, kendisi hakkında yargıya varıldı.

Aşağı yukarı oranlarsak, görüyoruz ki 10 kişiden 8’i bu gerekçeyi tatmin edici bulmuyor.

Benim görüşüm mü? İletişimcilerin hedef kitlelerine her şartta ulaşması gerektiğini düşünüyor, elimizdeki donanımlarla yasaklara rağmen halen son derece ulaşabilir olduklarına da inanıyorum. Ulaşamayacaklarsa, bu paralar nereye gidiyor?

Yazacak çok şey var ama dikkatimi çeken önemli ayrıntılardan biriyle bitirmek istiyorum; “Televizyon ve radyo mecrasının kullanımına izin verilmediği bir ortamda elimizde gazeteler ve açıkhava kaldı” demiş Velidedeoğlu. Bu demeçten ben, bir “Fikirler şirketi” ortağı olan Velidedeoğlu’nun internet’i halen etkili bir mecra olarak düşünmediğini anlıyorum.

1 Eylül 2007 Cumartesi

Dizi Pazarlaması

Dizilerden açtık konuyu, devam edelim. Belki ekstrem bir örnek olacak, ama hep düşünürüm, bizim dizilerimiz neden 24 gibi, Dirt gibi, Prison Break gibi, Rome gibi, ya da Heroes gibi olamıyor?

Bütçe herkesin aklına gelen birinci sorun. Kısmen haklılar. Belki değerli senaristlerimiz ve yönetmenlerimiz bu denli açgözlü olmasalar, reklam gelirlerini daha büyük yapımlara yatırım aracı olarak kullansalar, yatırımlarını katlasalar bu sorun (Amerikan dizileri kadar kaliteli yapımlara ulaşılamasa bile) kısmen aşılır ve beklentiler bir nebze olsun karşılanır.

Bir diğeri, senarist sıkıntısı. Özgün bir senaryoya sahip ol(a)mamaktan mı, yoksa farklı bir şey deneyip çuvallamaktan mı korkuyorlar bilemiyorum, ama yerli dizilerimiz birbirlerini sürekli olarak tekrarlıyorlar. Vizyondaki dizilere benzeyeceğime, farklı olup başarısız olmak bana daha makul geliyor.

Ağlamayı sevdiğimizden midir bilmem, ancak TV'de gözyaşının ve trajedinin bu kadar hakim olduğu bir ülke daha varsa o da Brezilya'dır diye düşünüyorum. Burada başka bir sorun ortaya çıkıyor, farklı yapıdaki dizileri Türk insanı benimseyecek mi?


Televizyoncuların en büyük dayanağı bu nokta. Bana kalırsa, "evet tutar!" derim. Elimizde somut örneğimiz mevcut. Seinfeld dengi, halkımızın ortalama mizah yapısına uygun, durum komedimiz Avrupa Yakası başarılı bir örnek. Ekranlardaki (sıkı takipçi değilim, bildiğim kadarıyla) tek komedi dizisi. İlk başlarda biraz Snob'du, sonradan içinde her kesimden insanın kendini bulabileceği bir karakter skalasına sahip oldu. İyi-kötü, orası tartışmaya açıktır.

Yabancı yapımcılar filmlerden çok dizilere yönelmiş durumdalar. Gerek komplike senaryoları 120 dakika içine sığdırmadan doyasıya
işlemenin verdiği keyif, gerek korsan yayıncılıkla mücadelede önde olması, gerek TV ile kitleselleşerek çok daha fazla insana ulaşma, gerekse de reklam gelirlerinin sürekliliği ve yüksek kar oranı bu eğilimi kaçınılmaz hale getirdi.

Diziler için;

-İnanılmaz büyük prodüksiyon paraları harcanıyor (Kiefer Sutherland 24 dizisinin 3 sezonu için 40 milyon dolar aldı),

-Promosyonlar yapılıyor,
-Merchandise ürünleri üretilip satılıyor,
-İnteraktif websiteleri ve fanclub'ları kuruluyor, dizinin bölümlerinde izleyicilerin hoşlanıp hoşlanmadıkları şeyler belirlenip senaryo üzerinde değişikliğe gidiliyor, seyircilerin nabzı tutuluyor,
-Web üzerinden reklamları yapılıyor, trailer'ları youtube'a koyuluyor,


-Hatta sokaklarda gerilla pazarlama bile yapıyorlar!


En yakında yayınlanacak büyük prodüksiyonlardan Heroes için yapılmış web uygulamalarına bu linkten ulaşabilirsiniz. Aşağıda da Heroes'un geri sayımı için hazırlanan eklentiyi görebilirsiniz.



Bizim buralarda işin bu boyutlara ulaştığı günleri ne zaman göreceğiz, merak ediyorum...

Diziler için pazar araştırması

Yerli dizilerimizin hiç birini takip etmiyorum. Kendimce "gerçekten güzel" diyebileceğim tek dizi ismi verebilirim; İkinci Bahar. Benim için tektir. Elbette başka güzel örnekler mevcut, ancak bu dizi kalitesinde hiç iniş çıkış olmadan, her kitleye hitap etmiş, oyuncu kalitesiyle ve içtenliğiyle Türkiye'de iz bırakmış, eşi olmayan bir dizidir. Filmler tekrar izlenir, ancak bir dizi kendini tekrardan izletebiliyorsa, bence başarılıdır. İkinci Bahar bugün (Prime Time olmasa da) yeniden yayınlanmaya başlasa, bunu başarabilecek dizilerden.

Kışın askerde olduğumdan televizyonda ne var ne yok takip edemedim. Görüyorum ki kaçırdığım herhangi birşey yok. Halen dramalara, ucuz trajedilerin bolca yaşandığı dizileri izlemeye itiliyoruz. Güzel bir aksiyon dizisi yok, macera dizisi yok, kafa kurcalayıcı diziler yok, korku-gerilim-polisiye dizisi yok, en vahimi de, bu gidişle olacağı da yok.

Geçenlerde gördüm ki ATV en sonunda dışarı, sokağa, halkın sesini duymaya çıkmış. Soruyor spiker, TV'deki dizileri nasıl buluyorsunuz diye. Bir tanesi diyor ki; "Hiç gerçekçi değil", öteki "Sıkıldık lüks arabaları ve evleri izlemekten", bir diğeri "Hepsi birbirine benziyor"...

Bu video'da, Komiser Nevzat dizisi için yapılmış, fragmanın içinden bir araştırma örneği var. Çok kısa ama, ancak bunu bulabildim.



En sonunda
, dedim kendi kendime, birileri sokağa çıkıp insanların ne görüp ne görmek istemediğini umursamaya başladı. Önceden önüne ne koysan yiyen Türk insanı artık bunu tükürüyor. Sürekli ortaya çıkıp yaşam ömrünü pilot bölümleriyle tamamlayan başarısız dizilerden de bu durum açıkça ortada.

Umarım bu araştırmaları gerçekten sonuç verir de, insanlarımız kaliteli, gerçekçi ve en önemlisi farklı yapımlar izlemeye başlar.